Tugay ULUÇEVİK, Emekli Büyükelçi, Türkiye’nin AİHM nezdindeki eski Hükûmet Ajanı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 8 Kıbrıslı Rum’un Ada’nın kuzeyindeki taşınmaz mallarına ilişkin olarak Türkiye aleyhinde yapmış oldukları başvuru hakkında “kabul edilmezlik” kararı vermiştir.
Medyada bazı yorumcular, Kararın “KKTC’nin dolaylı olarak tanınması anlamına geleceğine” ve “bu Karar sayesinde Kıbrıs sorununun mülkiyet gibi çok karmaşık ve zor bir konusunun rahatlıkla çözülebileceğine” dair görüşler dile getirmişlerdir.
Haberlerde, ayrıca, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talât’ın “bu tarihî ve çok önemli karar, yürüttüğümüz doğru politikanın zaferidir” şeklindeki sözleri öne çıkarılmıştır.
Dışişleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Davutoğlu’nun, Kararı “1974’den bu yana kazandığımız en büyük diplomatik zaferlerden biri” olarak nitelediği ve “KKTC’nin hukuki egemenliğini ve yetkinliğini teyit eden bir karardır" dediği bildirilmiştir.
Dışişleri Bakanlığınca yapılan açıklamada da, diğer hususlar meyanında Kararın “KKTC makamlarının tasarruflarının uluslararası hukukta tanınması ve Avrupa standartlarına uygunluğu anlamına da geldiği” vurgulanmıştır.
AİHM’in başvuruyu “iç hukuk yollarının tüketilmemiş olduğu” gerekçesiyle reddetmiş olması, görünüş itibariyle Türkiye ve KKTC için olumlu bir gelişmedir. Karar emsal nitelikte olduğu için, KKTC’deki TMK’ya başvurulmadan AİHM’e yapılmış olan bütün müracaatlar da düşecektir.
Karar, TMK’nın “pratik ve etkili” bir hukuk yolu olduğunu ve iyi çalıştığını teslim etmektedir. Bu olumlu bir unsurdur. Ancak, aşağıda da anlatacağımız üzere, TMK’yı “davalı Devlet’in” (Türkiye) kurumu olarak görmektedir.
Mahkeme, davacıları öncelikle TMK’ya yönlendiren bu emsal kararı alırken, kuşkusuz kendi dava yükünü hafifletme amacını da gütmüş bulunmaktadır.
AİHM’in kararı hakkında kamuoyumuza yansıtılanlar, bir buzdağının su üstünde kalan bölümüdür. Karar hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için buzdağının suyun içinde kalan büyük kütlesini de dikkatli biçimde gözden geçirmek gerekir. Biz buz dağının bu büyük kütlesi hakkındaki gözlemlerimizi imkânlar ölçüsünde okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.
Kararın İngilizce metnini incelediğimiz zaman, daha başlangıç paragraflarında, dava ile ilgili olguların, Mahkemenin daha önce Loizidou’nun başvurusu hakkında 18 Aralık 1996’da aldığı Karara da atıfla, o Karara esas teşkil eden ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıs konusundaki görüşlerine ve iddialarına arka çıkan siyasî nitelikteki unsurlardan oluşturulduğunu görüyoruz.
Bu unsurları, “Kıbrıs’ın kuzeyinin Türk Silâhlı Kuvvetlerinin işgali altında olduğu; Güvenlik Konseyi’nin 541 sayılı kararıyla KKTC’nin ilânını hukuken geçersiz saydığı; uluslararası topluma KKTC’nin tanınmaması çağrısında bulunduğu; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de 1983 yılının Kasım ayında ‘Kıbrıs Cumhuriyet’ni Kıbrıs’ın tek yasal Hükûmeti olarak tanımayı sürdürdüğünü belirten bir karar kabul ettiği; bu kararda, ayrıca, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve birliğine saygı gösterilmesi çağrısının yer aldığı” şeklinde sıralamak mümkündür.
Kararın, Kıbrıslı Rumları adanın kuzeyindeki mülkleriyle ilgili olarak AİHM’de açacakları davalarda öncelikle KKTC’deki TMK’ya başvurmaya yönlendirdiği doğrudur. Bununla beraber, Kararın mahiyetinin kamuoyumuzca daha iyi anlaşılmasına yardımcı olma arzusu ile Karardan bazı alıntılara aşağıda yer vermekte ve bunlara ilişkin sorularımızı kaydetmekte yarar görüyoruz:
■ “Mahkeme…..Sözleşme’den kaynaklanan haklara vaki ihlâllerin düzeltilmesi için davalı Hükûmet’in attığı adımları memnunlukla karşılamaktadır.”
■ “Mahkemenin gözlemine göre, bütün tarafların savları Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasında Kıbrıs adasının geleceğine ve mülkiyet sorununun halledilmesine ilişkin uzun ve yoğun siyasî bir ihtilâfın mevcudiyetini yansıtmaktadır.”
Türkiye ve KKTC Kıbrıs sorununun Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir sorun olduğunu kabul etmekte midir?
■ “Türkiye pek çok davada ‘KKTC’ (tırnak içinde yazılıyor) varlığındaki (entity) makamların işlemlerinden ve ihmallerinden sorumlu tutulagelmiştir. Aksi takdirde Mahkeme davacıların davalı Devlet hakkında kuzey Kıbrıs ile ilgili olarak yaptıkları şikâyetleri inceleme yetkisine sahip olamazdı. ‘KKTC’ makamlarının veya kurumlarının işlemleri sonucunda ortaya çıkan iç hukuk yolu 35. maddenin 1. fıkrasının amaçları bakımından Türkiye’nin iç veya millî hukuk yolu kabul edilmelidir. 67/2005 sayılı kanunun ve TMK’nın, Xenides-Arestis kararı uyarınca Türkiye’den etkili koruma sağlayacak olan bir hukuk yolu ihdas edilmesinin istenmesi üzerine ortaya çıktıkları da hatırlanmalıdır. Hukuk yolunun işlevsel mevcudiyeti Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’ta uluslararası plânda tanınmış bir egemenlik kullandığı anlamına gelmez.”
Türkiye, Kıbrıs politikasının temel esasları dikkate alındığında, sanki bir işgal gücüymüş gibi, KKTC’nin işlemlerinden ve ihmallerinden sorumlu tutulmayı kabul edebilir mi?
■ “Türkiye’nin kuzey Kıbrıs toprağının tamamını kontrolü atında tutması ‘KKTC’nin politikalarından ve işlemlerinden sorumlu olmasını gerektirir ve bu politikalardan ve işlemlerden etkilenenler, Sözleşme’nin 1. maddesinin maksatları bakımından Türkiye’nin yargı yetkisinin (jurisdiction) altına girerler. Bunun sonucunda da o toprakta (KKTC toprağı) Sözleşme’den kaynaklanan hakların ihlâlleri bakımından Türkiye sorumluk taşır ve bu hakların korunmasını sağlamak için müspet adımlar atmak mecburiyetinde olur.”
Türkiye’nin AİHM’in benimsediği bu görüşleri ve tutumu kabul etmesi mümkün müdür?
■ “Vardığımız bu sonuç hiçbir surette ‘KKTC’nin kuruluşu hakkında uluslararası toplumun benimsemiş bulunduğu pozisyonu veya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hükûmetinin Kıbrıs’ın tek yasal hükûmeti olduğu olgusunu tartışmalı hale getirmez.”
KKTC’yi tanımış ve O’nunla diplomatik ilişki kurmuş olan Türkiye’nin ve ayrıca KKTC’nin AİHM’in bu anlayışını kabul etmesi mümkün müdür? Bu sakat anlayış, Türkiye’nin Sayın Cumhurbaşkanımız ve MGK tarafından da çeşitli vesilelerle açıklanmış olan “adada iki ayrı halk, iki ayrı devlet ve iki ayrı demokrasi bulunduğuna ve bu olguların adadaki gerçekleri oluşturduğuna” dair görüşüyle bağdaşabilir mi?
■ “Mahkeme, davalı Devlet’in kendisine isnad edilen kusurları düzeltmesine imkân verilmesinin, devletler hukukuna göre yasadışı olan bir rejimin dolaylı yoldan yasallaştırılması sonucunu doğurmayacağı yolundaki görüşünü muhafaza etmektedir.”
■ “Bir işgal gücü tarafından kuvvet yoluyla zorla ortaya çıkarılan kurumlar ve yöntemler Devlet’in yasal Hükûmeti tarafından ihdas edilmişler gibi muamele göremez. Bununla beraber, ‘KKTC’nin uluslararası plânda tanınması ve Kuzey Kıbrıs’da egemen olduğu iddiasında bulunması konusu ile Sözleşme’nin 35. Maddesinin 1. fıkrasının uygulanması arasında doğrudan ve otomatik bir karşılıklı ilişki yoktur.”
Hangi kontekst içinde olursa olsun Türkiye’nin davalı olduğu bir davaya ilişkin hükümde “işgal veya işgal gücü” gibi kavramların yer almasına göz yumulabilir mi?
■ “Sözleşme’nin 35. Maddesinin 1. fıkrasının amaçları bakımından ‘KKTC’de bulunan hukuk yolları, özellikle de TMK yöntemi, davalı Devlet’in ‘iç hukuk yolu’ kabul edilebilir.”
Türkiye’nin ve KKTC’nin anlayışı da bu yolda mıdır? Bu anlayış egemen ve bağımsız KKTC olgusu karşısında geçerli olabilir mi? Bizim anlayışımız TMK’nın KKTC’nin yasal bir kurumu olduğu yolundadır.
■ “Mahkeme, Loizidou davasında uluslararası toplumun ‘KKTC’yi devletler hukuku çerçevesinde bir Devlet olarak görmediğini ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıs’ın tek yasal Hükûmeti olarak kabul ettiğini not ederek, Kıbrıslı Rumları mülklerine sahip olmaktan mahrum etmeyi amaçlayan (KKTC Anayasası’nın) 159. Madde’nin hükümlerine Sözleşme’nin amaçları bakımından hukukî değer atfedemediği görüşünü benimsemiş olduğunu hatırlamaktadır.”
KKTC ve Türkiye’nin bu görüşü kabul etmesi tasavvur edilebilir mi?
Mahkemenin bu iddiası doğru mudur? Türkiye’nin KKTC’nin egemenliği altında bulunan topraklarda kendisinin sorumlu olduğunu kabul etmesi düşünülebilir mi?
Gerçek odur ki, Türkiye’de ve KKTC’de “zafer” şeklinde dahi değerlendirilmiş olan Karar, Türkiye’yi Kıbrıs’da işgalci gören; bu sebeple Kıbrıs sorununu Türkiye ile sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” arasında bir sorun olarak kabul eden; KKTC’yi yok hükmünde sayan; TMK gibi KKTC’nin kurumlarını dahi Türkiye’nin “hukuk yolu” olarak niteleyebilen bir zihniyetin ürünüdür. Kararda ifadesini bulan anlayışlar, Kıbrıs sorununun her veçhesinde Türkiye’yi sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne muhatap kılma emeli besleyenlerin amaçlarına hizmet edecek mahiyettedir. Bunun sakıncalarını ve tehlikelerini izah etmeye lüzum var mıdır?
Kıbrıs Rum siyasetçilerinin Karara tepki göstermesini “Türk tarafının ak dediğine, kendilerinin kara” deme reflekslerinin yeni bir tezahürü olarak görmek doğru olur. Rumlar aslında kendi temel çizgilerine ve tezlerine uygun düşen ANNAN Plânı’nı da bu zihniyetle reddetmemişler miydi? Onlar bu defa da AİHM’in Kararına tepki göstermek suretiyle uluslararası toplumdan, yakında yeni tavizler elde etme peşindedirler.
KKTC ve GKRY Cumhurbaşkanları birbirleriyle “toplum liderleri” olarak görüştükleri için nasıl ki karşılıklı tanıma sözkonusu olmuyorsa, AİHM’in “Türkiye’nin bir hukuk yolu” olarak nitelediği TMK’ya Rumların başvurmasının da KKTC’yi tanıma anlamına gelmeyeceğini söylemeye lüzum yoktur. Rumların niyeti “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” olduğu için şimdi AİHM’in Kararına hoşnutsuzluk göstermektedirler.
Türkiye’nin Loizidou’nun açmış olduğu dava hakkında AİHM’in hükmettiği tazminatı davacıya ödemesinin, millî Kıbrıs Davamıza ilişkin politikamızın temel taşlarının yerinden oynamasına sebep olduğu görüşümüzü muhafaza etmekteyiz. Kıbrıs Barış Harekâtımızla ilgili temel olgu, Garantör Devlet olarak Türkiye’nin uluslararası Andlaşmalardan doğan bir hakkını uluslararası hukuka uygun olarak kullanmış olmasıdır. Türkiye bu pozisyonunu, Avrupa Konseyi’nin organları ve AİHM dahil, bütün forumlarda uzun yıllar muhafaza etmiştir.
Türkiye’nin Rum başvurularına muhatap olmayı kabul etmesi, Kıbrıs sorununun aslında Türkiye ile “Kıbrıs Cumhuriyeti” arasında bir sorun olduğu yolundaki maksatlı iddialara da zemin kazandırmıştır.
Türkiye’nin AİHM nezdindeki Ajanı olarak görev yaptığımız dönemde, Türkiye’nin hangi formül tahtında olursa olsun Loizidou’ya tazminat ödemesinin sakıncalı olduğunu düşündüğümüzü açıklamış bulunuyoruz.
O dönemde, Türkiye’nin belirli bir formül tahtında tazminat ödemesi gerektiğini savunanlar, hatırımızda kaldığı ölçüde, mealen başlıca şu görüşleri ileri sürüyorlardı: “Avrupa Konseyi’nin (AK) kararlarının tenfizine önem vermektedir. Türkiye AİHM’in Loizidou’ya tazminat ödenmesini amir hükmünü tenfizden kaçınması halinde Türkiye diğer üyelere, özellikle Rusya gibi yeni üyelere, kötü emsal olur. AK Türkiye’yi üyelikten ihraç sürecini başlatabilir. Bu da Türkiye’nin AB üyelik sürecine zarar verir. Türkiye’nin “sui generis” bir formül üzerinde Sekretarya ile mutabakata varması Loizidou kararı konusunu Delegeler Komitesi’nin gündeminden düşürür. Formül üzerinde mutabakat AİHM’in Rumların 4. Devlet başvuruları hakkındaki kararını olumlu biçimde etkileyebilir. Rum-Yunan ortaklığının elinden önemli bir propaganda kozu alınmış olur.”
Kıbrıs siyasî bir konudur. Uluslararası bir siyasî kuruluş olan BM’nin (önce 1954’de BM Genel Kurulu’nun, daha sonra da 26 Aralık 1963’te BM Güvenlik Konseyi’nin) gündemine bu niteliğiyle girmiş ve siyasî bir sorun olarak muamele görmüştür. BM Güvenlik Konseyi, Kıbrıs sorununun, BM Yasası’nın siyasî sorunların çözümü hakkında belirlediği yöntemlerle (bölüm VI, madde 33) çözülmesini öngörmüştür. Kıbrıs sorununa çözüm arama gayretlerinde uluslararası hukuk organlarının kararlarına yer yoktur. ORAMS konusunda alınan mahkeme kararlarına karşı çıkılıp bu kararlar “müzakere sürecine darbe oluşturmuştur” denilirken, AİHM’in son kararını alkışlamak ve “zafer” olarak nitelemek tutarsızlık teşkil eder. Kaldı ki, AİHM’in kararı KKTC ve Türkiye tarafından kabul edilmeleri tasavvur dahi edilemeyecek olgular üzerine bina edilmiş ve Türk Tarafı için çok sakat olan anlayışların ürünü olmuştur.
AİHM’in Kararı bir bütündür. Bu Kararı “zafer” olarak niteleyip alkışlayanlar, içindeki sakat unsurları da kabul etmiş olurlar.
AİHM’in son Kararını ille de “zafer” kelimesini kullanarak değerlendirmek gerekiyorsa, yukarıda aktardığımız Karardan alıntıların ışığında, “pirus zaferi” olarak nitelenmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz.
Not: Bu yazı 10 Mart 2010 tarihinde Yeni Volkan gazetesinde yayınlanmıştır.
Henüz Yorum Yapılmamış.
- ABD'DEN BAZI ERMENİ ŞİRKETLERİNE İTHALAT YASAĞI Kafkasya ve Türk-Ermeni İlişkileri 12.04.2009
- ERMENİ TASARISI GÜNDEMDE TEKRAR YERİNİ ALDI - 18 Şubat 2010 Kafkasya ve Türk-Ermeni İlişkileri 12.04.2009
- KIZILHAÇ: BALKANLAR'DA 15 BİN KİŞİ HALA KAYIP Balkanlar 12.04.2009
- ABD’DEKİ ERMENİLERİN SAYISI - 23 Mart 2010 Kafkasya ve Türk-Ermeni İlişkileri 12.04.2009
- FRANSA YEREL SEÇİM SONUÇLARI, ETKİLERİ VE ÖNGÖRÜLER - 24 Mart 2010 Avrupa - AB 12.04.2009
-
25.01.2016
THE ARMENIAN QUESTION - BASIC KNOWLEDGE AND DOCUMENTATION -
12.06.2024
THE TRUTH WILL OUT -
27.03.2023
RADİKAL ERMENİ UNSURLARCA GERÇEKLEŞTİRİLEN MEZALİMLER VE VANDALİZM -
17.03.2023
PATRIOTISM PERVERTED -
23.02.2023
MEN ARE LIKE THAT -
03.02.2023
BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN BORU HATTININ YAŞANAN TARİHİ -
16.12.2022
INTERNATIONAL SCHOLARS ON THE EVENTS OF 1915 -
07.12.2022
FAKE PHOTOS AND THE ARMENIAN PROPAGANDA -
07.12.2022
ERMENİ PROPAGANDASI VE SAHTE RESİMLER -
01.01.2022
A Letter From Japan - Strategically Mum: The Silence of the Armenians -
01.01.2022
Japonya'dan Bir Mektup - Stratejik Suskunluk: Ermenilerin Sessizliği -
03.06.2020
Anastas Mikoyan: Confessions of an Armenian Bolshevik -
08.04.2020
Sovyet Sonrası Ukrayna’da Devlet, Toplum ve Siyaset - Değişen Dinamikler, Dönüşen Kimlikler -
12.06.2018
Ermeni Sorunuyla İlgili İngiliz Belgeleri (1912-1923) - British Documents on Armenian Question (1912-1923) -
02.12.2016
Turkish-Russian Academics: A Historical Study on the Caucasus -
01.07.2016
Gürcistan'daki Müslüman Topluluklar: Azınlık Hakları, Kimlik, Siyaset -
10.03.2016
Armenian Diaspora: Diaspora, State and the Imagination of the Republic of Armenia -
24.01.2016
ERMENİ SORUNU - TEMEL BİLGİ VE BELGELER (2. BASKI)
-
AVİM Konferans Salonu 24.10.2025
“BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ” BAŞLIKLI KONFERANS
