BİR FİLM TAHLİLİ: AURORA’S SUNRISE
Analiz No : 2023 / 25
01.12.2023
12 dk okuma

1915 olaylarını “soykırım” olarak değerlendiren filmlerin, kitapların, sergilerin ve diğer başka bazı projelerin varlığı artık şaşırtıcı olmaktan çıkmıştır. Bu yapımlara bir yenisi daha bir yıl önce eklendi, “Aurora’s Sunrise”. 24 Kasım 2023 tarihindeki Londra’daki ilk gösteriminden sonra ismi sıklıkla duyulmaya başlanan yapım, Zoryan Enstitüsü, EurImages, Litvanya, ABD, Fransa, Almanya ve Türkiye’den Anadolu Kültür’ün de desteğiyle çekilmiştir. Filmi Türkiye’den VPN olmadan görüntülemek mümkün değil. Filmi izlemek istediğinizde bulunduğunuz coğrafyada görüntülenemediğine dair ifadeler görülmektedir. Filmin süresi 1 saat 36 dakikadır. Filmin yaklaşık 70 dakikası animasyon, hemen hemen 10 dakikası Arshaluys Mardiganian’ın verdiği röportajlardan oluşmaktadır. Filmde, filme konu olan, 1917 Hollywood yapımı sessiz film “Auction of Souls”dan da bazı sahneler yer almaktadır.

Filmde Türkiye’nin doğusu, fanatik ve saldırgan Ermeni söylemi doğrultusunda “Western Armenia” (Batı Ermenistan) olarak ifade edilmektedir. Çemişgezek’te huzur ve mutluluk içinde yaşayan Ermeni ailesinin kapısı bir gün Kürt komşuları tarafından çalınır. Kürt çoban, (filmin bu kısmı Türkçe) savaşın giderek yaklaştığını, şehrin Ermeniler için tehlikeli bir hale geldiğini, Ermenilerin İstanbul civarında toplanmaya başladıklarını, burada da benzer bir durumun yaşanabileceğini duyduğunu söyler. Dağa çıkmanın artık daha güvenli bir alternatif olduğu konusunda bir uyarıda bulunur. Hikâyeyi anlatan 14 yaşındaki Arshaluys’un babası Kirakos ise hiçbir yere gitmeyeceğini, ancak korkakların kaçacağını söyler. Kirakos, kaçmanın Türklerin diğer Ermenileri “cezalandırmasını” haklı çıkaracağını düşünür. Birkaç gün sonra Türk askerler Arshaluys’un babasını ve erkek kardeşini almaya gelir. O günden sonra babasından ve erkek kardeşinden bir daha haber alınamaz. Bu sırada “Auction of Souls” filminden bazı kareler gösterilir. Bu kareler, savaşa götürülmek bahanesiyle ailelerinden koparılan insanların sorgusuz sualsiz kurşuna dizildiğini, öldürüldüğünü gösterir. Ancak nasıl olup da huzur ve mutluluk içinde yaşanırkan bir anda bu noktaya gelindiği anlatılmamaktadır. Filmde ne Anadolu’da benzer durumda kalan Müslüman topluluktan ne de 1882-1909 yılları arası, başta Erzurum, Bitlis, Van, Elazığ olmak üzere Anadolu’nun farklı merkezlerinde çıkarılan isyanlardan bahsedilmektedir. Tabii bunlar sonraki karelerde “isyan” olarak bahsedilmeyecek, “özgürlük savaşçılarının haklı mücadelesi” olarak sunulacaktır. Ancak, misyonerlik faaliyetleri ile destek veren yabancılara duyulan şükran bu şekilde dile getirilecektir.

Ermenilerin zorla isimlerinin ve dinlerinin değiştirilmesi, insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları, kızların tecavüze uğramaları gibi durumları, Arshaluys Mardiganian’ın ağzından anlatan film “Ravished Armenia” isimli propaganda kitabından alıntılar yapmaktadır. Ayrıca gerçeklikle ilgisi olmayan bazı makalelere de göndermeler yapılmış, yazılanlar güya bir görgü tanığının ifadeleriyle doğru gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Burada akla ilk gelen makale, The Independent’ta 1 Aralık 2013 tarihinde yayınlanan “Nearly a century after the Armenian genocide these people are still being slaughtered in Syria” başlıklı makaledir[1]. R. Fisk’e ait bu makalede, “ […] Bu kemikleri bulmak zordu, çünkü Suriye’nin Deyr ez Zor kentinin kuzeyindeki Habur Nehri değişmişti. Akıntısına o kadar çok ceset yığılmıştı ki, sular doğuya doğru hareket etmişti. Nehir yatağını değiştirmişti[2].” Cesetlerin bulunamamasını açıklamak için bundan daha “yaratıcı” bir çözüm bulmak zordur. Cesetlere “ulaşılamamasına” ilişkin başka bir alternatif Fisk’in aklına gelmektedir. “Soykırım” işlendiği iddia edilen, yakınından herhangi bir nehrin geçmediği bölgelerde toplu mezar bulunmamasının çelişkisine karşın Fisk, burada yaklaşık 5000 Ermeni’nin öldüğünü, onların bir mağaraya doldurulduğunu ve daha sonra mağaranın ağzında bir ateş yakılarak mağaranın dumanla doldurulduğunu anlatır. Fisk’e göre hepsi boğulmuştur[3].

Jeremy Salt tarafından kaleme alınan bir makalede, bu hikâyeyi Fisk’in Ermeni şoförünün anlattığı, tüm bu detayları nasıl bildiğinin ise yine açıklanmadığı yer almaktadır. Ancak, Fisk’in bu durumu sorgulamadan kabul etmesinin ise dikkat çekici olduğu belirtilmektedir. Fisk devam eder, “Burada, soğuk ve kuru çölde, Türkler yer kabuğundaki bu çatlağı yirminci yüzyılın ilk gaz odasına dönüştürdüler. Teknolojik soykırımın temelleri burada, Suriye çölünde, bu masum mağaranın küçük ağzında, kayadaki doğal bir odada başladı.” Fisk, 2014 yılında suçlamalarına geri dönmüş, kuzey Suriye çölünde “Türklerin” “binlerce Ermeni’yi kaya mağaralarına [artık bir mağara değil] sürerek ve girişte ateş yakarak [sic.] onları boğarak ilk ilkel gaz odalarını tasarladığını” bir gerçek olarak belirtmiştir[4]. Bu iddiaların bir kanıtı bulunmamaktadır. Anlaşılacağı üzere, filmde ortaya atılan iddia, belgelerle desteklenemeyen başka bir iddiayla pekiştirilmeye çalışılmıştır. 

Ermeni isimlerinin değiştirilmesi konusuna dönersek, filmde konunun farklı bir şekilde ele alındığını görebiliriz. Arshaluys Mardiganian, Tiflis’te Antranik Paşa olarak tanıtılan çete başının yardımıyla önce Rusya’ya sonra Norveç’e oradan da ABD’ye geçer. Burada hikayesi Amerikalılar tarafından büyük ilgi görür. Kitabını kaleme alan ve vasisi olan Henry Gates ve eşi Arshaluys’tan ismini değiştirmesini ister. Gerekçe, bu ismin Amerikalılar için zor telaffuz edilmesidir. Burada çok güvendiği Amerikan desteğinin ilk çatırtıları görülmektedir. Daha sonra ise tanıtımdan tanıtıma giderken yaşadığı travmaları tekrar tekrar anlatmanın da etkisiyle yorgun düşüp sahnede bayılan Arshaluys’un etinden ve sütünden faydalanmış Gates çifti, Arshaluys’tan vazgeçecek ve onu manastıra terk edecektir. Ancak filmin tanıtımlarına Arshaluys gibi gösterdikleri başka kızları götürerek “popüler” turlarına devam edeceklerdir. Bu propagandanın amacı, o günlerde ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın Türkiye’nin doğusunda Amerikan mandası altında kurulması planlanan bir Ermenistan için ABD Senatosu’ndan destek almaktır. Ancak Wilson Planı senatörler tarafından reddedilmiştir. Burayı Arshaluys, “Ailem olarak adlandırdığım insanlar beni kullanmıştı.” sözleriyle anlatmaktadır. Tabii bu durum günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. 

  

Film, “sadece soykırım propagandası” olarak ön plana çıkmaktaysa da, gittikleri ülkelerde kimliklerinin nasıl bir erozyona maruz kaldığına dair göndermelerde de bulunmaktadır. Filmin “soykırım” konsantrasyonu ile hazırlandığı o kadar açıktır ki, sonlara doğru çok kısa aralıklı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ten bahsedilen kısımlarda kendi içinde çelişkiler gözlemlenmektedir. Mesela, “Bu sırada, farklı imparatorluklar anavatanımın üzerinde plan yapıyorlardı. Wilson, Amerikan mandası ile bir Ermenistan kurmaya çalışıyor; Lenin, bizi sosyalist yönetiminin altında görmek istiyor, Mustafa Kemal Atatürk’ün himayesindeki Türk askerleri ise Ermenilerin acı çektiği topraklarda yeni bir Türk devleti kurmak için yeniden silahlanıyordu.” ifadesi ile Başkan Wilson planının Senato tarafından 52’ye karşı 23 oyla reddedilmesinden sonra “Mustafa Kemal, Ermeni topraklarında katliamlar yaparak yeni bir Türkiye inşa ediyordu.” ifadesi filmdeki çelişkinin en büyük örneğidir. İfadelerde hem Osmanlı Devleti hem de Türkiye Cumhuriyeti ayrı ayrı suçlanmaktadır. Bir adım daha öteye gidilmiştir, 1915 olayları olarak tanımlanan dönem, 1923’e kadar uzatılmaya çalışılmıştır. Osmanlı Devleti, Sevk ve İskân Yasası’ndan dolayı suçlu gösterilmeye çalışıldığı gibi Türkiye Cumhuriyeti de sorumlu tutulmaya çalışılmıştır. 

Filmin sonunda, “Ermeni soykırımını tanıyan 33. ülke ABD olmuştur. Türkiye hala soykırımı reddetmektedir.” cümlesi geçmektedir. Burada netlik kazandırılması gereken bir husus bulunmaktadır; kaç ülkenin parlamentosunun 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıdığının bir önemi yoktur. Aralarında ABD olması da bu durumu meşru kılmaya yetecek bir gelişme değildir. Gerçek olan husus, “soykırım” kavramının hukuki bir kavram olduğu ve bunun ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi kararıyla sağlanabileceğidir. 1915 olaylarına ilişkin göz ardı edilmemesi gereken bir diğer konu Malta yargılamalarına ilişkin çalışmalardır. Birinci Dünya Savaşı sonunda, 144 Osmanlı görevlisi İngilizler tarafından Ermenilere yönelik “toplu katliam” yapmak suçlamasıyla tutuklanmış ve Malta’da Britanya’nın en yüksek hukuki otoritesi olan Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığınca haklarında bir soruşturma yürütülmüştür. İngiltere’nin Malta’daki Türk tutukluları yargılamak ve mahkûm ettirmek için çaba harcamalarına rağmen, İngiliz Kraliyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma “Bir İngiliz mahkemesi önünde böyle bir suçlamanın kanıtlanması mümkün değildir.” gerekçesiyle hiçbir suçlama yapılmadan, “takipsizlik – kovuşturmaya yer olmadığı” hükmü verilerek sonuçlanmıştır[5]. 1915 Olaylarının “soykırım” olmadığına ilişkin deliller barındıran bu konu da irdelenmesi gereken bir diğer husustur.

“Aurora’s Sunrise”ın içeriğinden ayrı olarak düşünüldüğünde, teknik olarak çok emek verildiği belli olan, belgesel olarak tutarlılık barındırmayan ama animasyon olarak değerlendirildiğinde dikkat çeken bir yapım olduğunu söylemek mümkündür. 16 ödül ve 5 adaylık almıştır. 

Sevk ve İskân Yasası’na tâbi tutulan Ermenilerin acılarını ve nostaljilerini anlıyoruz. Ancak bu gerçeği nefret söylemine dönüştürerek bir film haline getirmek bu acıların paylaşılmasına değil ama böyle projelere tepki duyulmasına neden olmaktadır. Nostalji ve acılar anlaşılabilir olsa da tarihi belgelerin çarpıtılarak ve abartılarak nefret söylemine dönüşmesine ön ayak olmak, bundan beslenmek anlaşılır ve hoş görülür bir durum değildir. Bu film, Türk izleyiciler tarafından genellikle böyle değerlendirilmektedir. Ancak bu film esas itibarıyla ABD’deki Ermeni lobisi tarafından planlanan bir yapımdır. Bugün ANCA vs. gibi Türk düşmanlığından beslenen organizasyonlar tarafından desteklenmesi anlaşılır bir durumdur. Anlaşılamayan husus şudur: Bu filme ABD Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi EurImages (European Cinema Support Fund) tarafından fon sağlanmıştır. Ayrıca, Ermenistan, Litvanya, Almanya ve Fransa da finansal olarak destek sağlayan devletlerdir.

Bugün Filistin’in haklı davasına dahi sansür ve çifte standart uygulayan başta ABD ve AB olmak üzere Batı’nın, Türklere karşı nefret duyguları ekilmesine neden olabilecek gerçeklerle örtüşmeyen, tarihi çarpıtan ve hatta kendi içinde de çelişen çok noktası olan bir filme destek vermesini anlamak Türk bir izleyici için daha da zordur. 

 

[1] Jeremy Salt, “History, Journalism and Propaganda: Robert Fisk and The ‘Armenian Question’”, History Studies, 13/2, Nisan 2021, p. 341 – 370, https://www.historystudies.net/dergi/history-journalism-and-propaganda-robert-fisk-and-the-armenian-question2021037b22f80.pdf.

[2] Robert Fisk, “Nearly a century after the Armenian genocide, these people are still being slaughtered in Syria,” The Independent, 1 Aralık 2013, https://www.independent.co.uk/voices/comment/nearly-a-century-after-the-armenian-genocide-these-people-are-still-being-slaughtered-in-syria-8975976.html.   

[3] Salt, s. 357.

[4] Salt, s. 358.

[5] Uluç Gürkan, “Malta: Sürgün mü, Yargılama mı?”, Türk – Ermeni Uyuşmazlığı Üzerine Ömer Engin Lütem Konferansları 2020, Terazi Yayıncılık: Ankara, 2021, s. 13. https://avim.org.tr/tr/Kitap/10/pdf.


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten