SARKOZY YİNE TÜRKİYE İÇİN “FORMÜL” ARAYIŞINDA
Paylaş :
PDF İndir :

12.04.2009


Türkiye’nin AB süreci, İlerleme Raporunun açıklanacağı Ekim ayına yaklaştıkça yeniden, Türkiye’den çok, Avrupa’da tartışılan başlıklar arasında yükselişe geçti. Türkiye’ye AB içinde desteğin açıkça düştüğü görülürken, üyeliğe en yüksek sesle itiraz eden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’den yeni bir hamle beklendiği iddiaları ortaya atıldı. 

Sarkozy’nin “müzakereleri durdurmadan üyelik dışında bir alternatif” arayışında olduğu ve bu çabanın 2010 yılında tartışmaya açılacağı ileri sürülüyor. Önceki dönemlerde Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen, hatta “Türkiye’nin Avukatı” olarak anılan Fransa’nın AB İşlerinden Sorumlu Bakanı Pierre Lellouche ile Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, Sarkozy hükümetinin üyesi olduktan sonra fikirlerini değiştirip “formül” arayışında Sarkozy’ye destek verenler arasında yer almaya başladı. Tıpkı Türkiye’nin üyeliğine itiraz eden diğer isimler gibi Lellouche da, aslında çok daha fazla kesimin bu üyeliğe karşı olduğunu, ancak açıkça dile getirmekten kaçındıklarını sık sık belirtiyor. 

Sarkozy ve onun gibi düşünenler, kimi zaman sanıldığının aksine, Türkiye’nin önemini kabul ediyor ve ilişkilerin geliştirilmesini destekliyorlar. Ancak Türkiye’nin AB’nin içine dahil edilmesine karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla “formül” arayışında amaç, Türkiye’nin AB üyesi olmadan Avrupa’ya “bağlanmasını” sağlamak. Bu düşünceyi “Turkey in Europe” (Avrupa “içinde” Türkiye) değil “Turkey with Europe” (Avrupa “ile” Türkiye) şeklinde ifade ediyorlar. Türkiye’nin Avrupa’ya bağlanmasının sağlanması, Avrupa’dan ve “Batı değerleri” olarak adlandırılan belli başlı evrensel değerlerden uzaklaşma olasılığını ortadan kaldırmak, bu görüştekilere göre büyük önem taşıyor. Çünkü dışarıda bırakılan Türkiye’nin doğuya yönelmesi, Rusya ve İran gibi “tehlikeli” ülkelerle işbirliğine gitmesi tüm dengeleri alt üst edeceği gibi, Avrupa’nın çıkarlarına da son derecede aykırı görülüyor. Avrupa’da bazı kesimler, tıpkı bir zamanlar Almanya için düşünüldüğü gibi, sırf Türkiye’nin Avrupa için bir “tehdide” dönüşmesinin önüne geçmek için üye yapılması gerektiğini savunuyor. 

Sarkozy’nin üyelik dışında geliştirmeyi planladığı alternatif formüllerin tartışılabilmesi için AB içinde destek bulması zaruri görünüyor. Eğer bu kez de desteksiz kalırsa, bu durum, Sarkozy için ikinci bir fiyaskoya dönüşür. Hatırlanacağı gibi, daha önce, “Akdeniz Birliği” şeklinde bir girişimin planlarını ortaya atan Fransız lider, Türkiye’yi bu yeni oluşuma ikna ederek AB üyelik sürecinden vazgeçirebileceğini ümit etmişti. Sadece Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle sınırlandırdığı Akdeniz Birliği’ne, AB’nin en büyük ekonomik gücü olan Almanya’yı dahil etmemiş olan Sarkozy Almanya’nın sert itirazları ile karşılaşmıştı. Sonuçta Sarkozy, ne Türkiye için alternatif üretebilmiş, ne Fransa’yı Akdeniz’de güçlü bir konuma oturtabilmiş, ne de AB için başarılı bir adım atabilmişti. Türkiye konusunda Anglo-Sakson desteğine de sahip olmayan Sarkozy, en azından Almanya gibi güçlü bir ülkeyi de yanına alması gerektiğini tecrübe etmiş oldu. 

Almanya’da Eylül ayının sonunda yapılan genel seçimlerin sonuçları bu açıdan önemli. Türkiye için imtiyazlı ortaklık öneren Hristiyan Demokratların Hür Demokratlarla koalisyona gitmesi durumunda, Türkiye’nin AB içindeki konumu bir kez daha tartışmalı bir noktaya gelecek. Aslında Hür Demokratlar, Türkiye’nin üyeliği ile ilgili konuşmanın en erken 10 sene sonra yapılması gerektiğini savunuyordu. Ancak Parti’nin Dış Politika Sözcüsü, imtiyazlı ortaklık önerisine karşı çıkarak, üyelik fikrine eskisine göre daha açık olduklarını ileri sürdü.    

İlginç olan, Türkiye karşıtlığı Fransa ve Almanya’dan, Avusturya ve Hollanda gibi başka ülkelere de sıçrayarak kuvvetli bir lobi oluştururken, Türkiye’ye yönelik bu denli sert ve haksız karşı çıkışlar bir taraftan da AB içinde tepki yaratıyor. Özellikle de, Türkiye karşıtlığının, oy kaygılarıyla hareket eden liderlerin popülist tavırlarının bir parçası olması ve üye ülkelerde bir iç siyaset malzemesi haline getirilmesi eleştiriliyor. Türkiye’nin gerek enerji bağlamındaki, gerek stratejik önemini vurgulayanlar da seslerini yükseltmeye başlamış durumdalar. Aynı zamanda, AB’nin Türkiye’ye vermiş olduğu sözleri tutmaması, sürekli yeni kriterler çıkarması ve üyelik dışında alternatif modeller geliştirmeye çalışması gibi eylemler AB’nin “ahlakî zafiyeti” olarak vurgulanıyor. AB Komisyonu, son dönemlerde liderlere düşüncelerini kendilerine saklamalarını ve susmalarını önerecek kadar sert tepki gösteriyor. 

Geçtiğimiz haftalarda Akil Adamlar Türkiye konusundaki raporlarını sundular. Türkiye’nin AB üyeliğini savunan raporda öne çıkan konu, ismi zikredilmeden Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve benzerlerinin ağır şekilde eleştirilmesi ve AB’nin bu liderler nedeniyle “utanç verici” bir kurum haline gelmiş olmasıydı. Bu tartışma, Finlandiya’nın eski devlet başkanlarından, Nobel ödüllü Marti Ahtisaari’nin, AB’nin Türkiye’ye verdiği sözleri tutmaması durumunda Namibya’dan iltica talebinde bulunacağını açıklamasına kadar gitti. 

Raporun sunulmasının arkasından, beklendiği gibi, Fransa’nın iktidardaki partisi UMP milletvekilleri, raporu “skandal” olarak değerlendirmekte gecikmediler. Rapordaki görüşlerin Fransız halkı ile birlikte aynı zamanda birçok Avrupa ülkesindeki vatandaşların da görüşlerini yansıtmadığını ileri sürdüler. UMP’li milletvekillerine göre Türkiye bir Avrupa ülkesi olmadığından, ancak imtiyazlı ortaklık verilebilecek bir ülke konumunda. 

German Marshall Fonu, geçtiğimiz haftalarda, yaptığı bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarını açıkladı. AB ülkelerinde Türkiye’nin bir gün AB üyesi olacağına inananların oranı yüzde 54 iken bu oran Türkiye’de yüzde 28 çıktı. Türkiye’nin AB üyeliğini olumlu bulan Avrupalıların oranı yüzde 20, Türklerinki ise yüzde 48 olarak belirlendi. İlginç olan, Türkiye’nin üye olacağına AB üyesi ülke vatandaşlarının, Türklerden daha çok inanıyor olması. AB liderlerinden gelen olumsuz görüşler, Sarkozy gibi Türkiye’nin üyelik sürecini bir şekilde durdurmaya kararlı olan isimler, AB’nin diğer adaylardan farklı tutum sergilemesi, önümüze konulan yeni ve haksız kriterler Türkiye’deki inancı düşürmüş durumda. Bu inanç eksikliği, doğal olarak, reformların yavaşlamasına veya uygulamada çeşitli sorunlar yaşanmasına neden oluyor. 

Sorun, Türkiye’den ziyade, AB’de gibi görünüyor. AB’nin global bir güç olmayı hedeflerken, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya gibi Batı dışında yükselen güçler karşısında zayıflaması, başta kimlik ve var oluş krizleri olmak üzere, beraberinde bir dizi sorun getiriyor. AB artık kendi kendi ile dahi çelişmeye başlıyor. Demokrasinin beşiği olarak bilinen ülkeler, AB ile ilgili konularda “hayır sonucu çıkar korkusundan” referandum yapılmasını yasaklıyor. Fakat kamuoyu yoklamaları AB üyesi ülke halklarının giderek AB’den uzaklaştığını ve üyelik konusunda şüpheci olduklarını ortaya koyuyor. Sonuçta, Türkiye’nin AB standartlarını yakalamak için, çoğu teknik olan, bir dizi eksiğinin olduğu bir gerçek olmakla birlikte, AB’nin içinde bulunduğu sıkıntılar Türkiye’nin üyeliği önündeki en “somut” engel gibi görünüyor.




Henüz Yorum Yapılmamış.