Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, AB zirvesi öncesinde dört Doğu Avrupa ülkesinin toplantı yapmasına sert sözlerle tepki gösterdi. Sarkozy’ye göre, bu ülkelerin, her AB zirvesi öncesinde bir araya gelmeyi alışkanlık haline getirmesi, kendisinde soru işaretlerine neden oluyor.
Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya; SSCB’nin dağılmasından kısa süre sonra, henüz AB üyesi olmadan, 1991 yılında düzenli toplantılar yapmaya başlamışlardı. “Vişegrad Grubu” ya da “Vişegrad Dörtlüsü” olarak bilinen bu grup, rotasyonla değişen dönem başkanlığına da sahip olunca kurumsal bir nitelik kazanmıştı. Vişegrad Grubu’nun kurulma nedeni, bu ülkelerin sorunlarını paylaşmaları ve aralarındaki işbirliğini geliştirmeleri idi. Bu ülkelerin 2004 yılında AB üyesi olmalarından sonra da Vişegrad Grubu devam etti.
2009 yılının son haftalarında gerçekleşen bir AB zirvesi öncesinde, Vişegrad Grubu ülkeleri, zirvede birlikte hareket edebilmek amacıyla bir araya geldiler. Şimdiye kadar sadece birkaç kere AB zirvesi öncesinde toplantı yapan dörtlünün tartıştıkları konular da genellikle basın ile paylaşıldı. Resmî açıklamalar, bu toplantıların sadece koordinasyon amaçlı olduğunu ileri sürüyor.
En dikkat çekici nokta, Sarkozy’nin, bu ülkeleri eleştirirken, kendi ülkesinin uzun yıllardır her zirve öncesinde Almanya ile bir araya gelerek ortak tutum belirlemeyi gelenek haline getirmiş olmasıdır. AB içinde, Fransa ile Almanya ve Vişegrad Grubu dışında başka bloklaşmalar da var. Danimarka, Finlandiya ve İsveç’ten oluşan “Nordic Trio”, Portekiz ile İspanya’nın kurduğu “İberliler”, Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan’ın “Aristo Kulübü” diğer örnekler arasında. Bu küçük birliktelikler içindeki ülkeler, zaten uzun zamandır sorunlarını paylaşan ve hemen hemen her konuda yoğun işbirliği yapan ülkeler. Bir araya gelmelerinin temelinde, coğrafi yakınlıktan çok, ortak tarih ve kültürel benzerlik bulunuyor.
AB içinde bloklaşmalar önemlidir. Bunun başlıca nedeni, küçük ülkelerin bir araya gelerek kararları etkileyebilmek ve büyük ülkelerin baskılarına direnebilmektir. AB içinde bloklaşarak hareket etmek, özellikle küçük ülkeler açısından avantajlı. Bu ülkeler tek başlarına etkili olamadıkları karar süreçlerini bir araya gelerek kendi istekleri doğrultusunda etkileme gücüne sahip olabiliyorlar. Bunun için de genellikle AB zirveleri öncesinde ortak tutum belirlemek üzere toplanıyorlar.
AB içinde bloklaşmaların ikinci önemli nedeni, farklı ulusal çıkarlara ve farklı siyasi kültürlere sahip olan çok sayıda üyeye sahip olması nedeniyle, karar alma sürecinin zaten zor olduğu AB oturumlarında pozisyonların önceden belirlenmesinin teşvik edilmesidir. Dolayısıyla, önceden ülkelerin bir araya gelmeleri ve kararlarını belirlemeleri, aslında AB içindeki sürecin işleyişini hızlandıran ve kolaylaştıran bir etkendir. Sonuçta, gerek kararları etkileme açısından olsun, gerek AB karar mekanizmaları üzerinde kolaylaştırıcı etkisi olsun, bir grup ülkenin bloklaşmaya giderek, bölgede küçük çaplı olarak zaten var olan işbirliğini avantaja dönüştürmemeleri için bir sebep bulunmuyor.
Fransa, Almanya ile birlikte her zirve ya da toplantı öncesinde bir araya gelmeyi ve Avrupa’nın bütününü ilgilendiren konularda konuşmak için Almanya ile görüşmeyi “alışkanlık” haline getirmiş durumda. Vişegrad Grubu dışında, uzun zamandır bu “kötü alışkanlığa” sahip olan başka ülkeler, başka gruplaşmalar da var. Peki, Sarkozy’nin bu haksız eleştirisinin altında yatan gerçekler neler?
Vişegrad Grubu aslında AB içinde etkili ve güçlü değil. Üstelik grubun üyeleri arasında zaman zaman anlaşmazlıklar ve gerginlik yaratan rekabetler de oluyor. AB içinde büyük etkiler yaratmaları bugün için söz konusu değil. Fakat kendi aralarındaki diyalogu koparmamaları ve çıkarlarını birlikte savunmaları açısından bu dört ülke için faydaları büyük.
O halde Sarkozy’yi asıl endişelendiren Vişegrad Dörtlüsü değil, ancak o dörtlünün biri: Polonya. Polonya; İngiltere, Almanya ve Fransa gibi AB’nin en güçlü ülkeleriyle birlikte masanın belli köşesinde oturmayı hak ettiğine inanıyor. Diğer Doğu Avrupa ülkeleri gibi yeni, küçük, zayıf, ikinci ülke muamelesi görmemesi gerektiğini düşünüyor. Polonya’nın bu inancı ve kendine güveni, onun gerçekten de AB içinde giderek güçlenmesine ve giderek diğer büyük ülkeler gibi etkili ülkelerden olmasına neden oluyor. Dolayısıyla, Fransız liderin kaygısının Polonya olduğunu söyleyebiliriz.
Aslında bu kaygının sadece Sarkozy’ye ait olmadığını, Fransa’nın kaygısı olduğunu da ileri sürebiliriz. Hatırlanacağı gibi, ABD’nin Irak’a müdahalesi sırasında dönemin Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Doğu Avrupa ülkelerine yönelik, diplomatik olmaktan çok uzak ve çok haksız bir şekilde sert çıkışlar yapmıştı. Bir grup Doğu Avrupa ülkesi, ABD’nin Irak müdahalesine destek vereceklerini açıkladıklarında Chirac, henüz üye olmayan bu aday ülkeleri “çenelerini kapatma fırsatlarını kaçırdıklarını” söyleyerek azarlamış, hatta üyeliklerini tehlikeye atmakta olduklarını belirterek tehdit dahi etmişti. Aslında bugün Sarkozy’nin tehlikeli gördüğü ülkeleri Chirac da daha önce birer tehdit olarak algılamıştı.
Fransa, genişleme süreçlerinden her zaman rahatsız olan bir ülkedir. İngiltere, İspanya ile Portekiz, Doğu Avrupa ve son olarak Türkiye; Fransa’nın üyeliklerine itiraz ettiği ülkeler olmuştur. İngiltere’nin üyeliğini iki kere veto eden, İspanya için büyük zorluklar çıkaran Fransa’nın bir dizi gerekçesi bulunuyor. İspanya ve Portekiz için gerekçe, ortak tarım politikalarından kazancının düşecek olması; İngiltere için gerekçesi ABD etkisinin AB içine taşınacak olması korkusu idi.
Doğu genişlemesi de Fransa’ya göre birkaç sebepten dolayı tehlikeliydi. Bu ülkeler de İngiltere gibi ABD’nin Truva Atı rolündeydiler. Diğer taraftan Almanya’nın bu ülkelerle sahip olduğu yakın ilişkiler, Almanya’nın gücünün artmasına neden olacaktı. AB genişlemesi, genel olarak, Fransız düşüncesine göre, Fransa’nın çıkarlarına aykırı olarak gerçekleşmiştir.
Şu bir gerçektir ki Fransa artık AB’nin en güçlü ülkesi değil. Halbuki topluluğun kurulma aşamasında, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, en güçlü ve en etkin ülke Fransa olmuştur. Amerikan desteğini de arkasına alan Fransa, bu entegrasyon süreci içindeki en büyük role sahip olan ülke olmanın keyfini uzun süre sürmüş ve ortak politikaları büyük çoğunlukla kendi ulusal çıkarları çerçevesinde şekillendirmiştir.
Fransa’nın liderliğinin sarsılması, sanıldığı gibi İngiltere’nin üyeliği ile değil, iki Almanya’nın birleşmesi ile başlamıştır. Fransa’yı asıl alt üst eden ve sadece Fransa’nın değil, aslında tüm Avrupa ülkelerinin II. Dünya Savaşı sırasında hissettiği “Alman korkusu”na benzer hislere kapılmasına neden olan durum, Almanya’nın ekonomik gücü ile siyasi gücünü birleştirerek merkezî konuma gelmesi olmuştur. Fransa, liderlik pozisyonunu Almanya ile paylaşmaya başlamıştır.
Almanya’nın ardından 2004 yılında gerçekleşen Doğu Avrupa genişlemesi, Fransa’nın etki ve kontrol gücünü daha da yitirmesine neden olmuştur. Altı ülkeyi rahatlıkla kontrol edebilen Fransa, 27 ülkeyi avucunda tutmakta zorlanmaktadır. Hatta, Fransa, Almanya ile bir araya geldiğinde dahi AB’yi kontrol edebilecek durumda değildir. AB içindeki güç dengeleri doğuda Polonya tarafından zorlanmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliğine itiraz eden ülkelerin başında Fransa’nın gelmesi de bu bakımdan anlaşılan bir durumdur.
Fransa, uzun yıllar etkili olduğu Afrika’yı da kaybetmiş durumdadır. Ruanda’da soykırıma karışmış olması Afrika’daki saygınlığını yitirmesine neden olmuştur. Diğer taraftan Çin, Avrupa’yı neredeyse Afrika’dan silecek kadar bölgede başarılı noktaya gelmiştir. Fransa, Akdeniz’de de başarılı olamamaktadır. Akdeniz’i bir iç deniz gibi gören Fransa, Akdeniz’de başka ülkelerin de var olduğunu, üstelik bu başka ülkelerin bazılarının bölgede güçlü olduğunu görmezden gelmektedir.
Yüzyıllar boyunca büyük bir güç olan Fransa, artık bölgesel güç bile değildir. Zayıflığa alışamayan ve kayıplarını kabul edemeyen Fransa’nın, son yıllardaki saldırgan milliyetçiliğini ve agresif dış politikalarının nedeni açıkça görünmektedir.
Henüz Yorum Yapılmamış.
- SIRBİSTAN KOSOVA SİYASETİNİ SORGULUYOR - 26 Eylül 2011 Balkanlar 12.04.2009
- ÖZBEK BÜYÜKELÇİDEN İŞADAMLARINA YATIRIM ÇAĞRISI Asya - Pasifik 12.04.2009
- KATLİAM KAPISI Kafkasya ve Türk-Ermeni İlişkileri 12.04.2009
- LOZAN ANTLAŞMASI’NIN BULGARİSTAN TÜRKLERİ İÇİN GEÇERLİLİĞİ: HUKUKSAL BİR DEĞERLENDİRME-21 Mart 2011 Balkanlar 12.04.2009
- FRANSA’NIN TUTARSIZLIĞI - 13 Temmuz 2010 Avrupa - AB 12.04.2009
-
THE ARMENIAN QUESTION - BASIC KNOWLEDGE AND DOCUMENTATION -
THE TRUTH WILL OUT -
RADİKAL ERMENİ UNSURLARCA GERÇEKLEŞTİRİLEN MEZALİMLER VE VANDALİZM -
PATRIOTISM PERVERTED -
MEN ARE LIKE THAT -
BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN BORU HATTININ YAŞANAN TARİHİ -
INTERNATIONAL SCHOLARS ON THE EVENTS OF 1915 -
FAKE PHOTOS AND THE ARMENIAN PROPAGANDA -
ERMENİ PROPAGANDASI VE SAHTE RESİMLER -
A Letter From Japan - Strategically Mum: The Silence of the Armenians -
Japonya'dan Bir Mektup - Stratejik Suskunluk: Ermenilerin Sessizliği -
Anastas Mikoyan: Confessions of an Armenian Bolshevik -
Sovyet Sonrası Ukrayna’da Devlet, Toplum ve Siyaset - Değişen Dinamikler, Dönüşen Kimlikler -
Ermeni Sorunuyla İlgili İngiliz Belgeleri (1912-1923) - British Documents on Armenian Question (1912-1923) -
Turkish-Russian Academics: A Historical Study on the Caucasus -
Gürcistan'daki Müslüman Topluluklar: Azınlık Hakları, Kimlik, Siyaset -
Armenian Diaspora: Diaspora, State and the Imagination of the Republic of Armenia -
ERMENİ SORUNU - TEMEL BİLGİ VE BELGELER (2. BASKI)
-
"TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ YARINI" BAŞLIKLI KONFERANS