OBAMA AB ZİYARETİNİ NEDEN İPTAL ETTİ? - 19 Şubat 2010
Paylaş :
PDF İndir :

12.04.2009


 

AB’nin heyecanla beklediği AB-ABD Zirvesi’ne ABD Başkanı Barack Obama’nın gelmeyeceği haberi Avrupalılar tarafından şaşkınlıkla karşılandı. 1991 yılından bu yana yılda iki kere gerçekleştirilen AB-ABD buluşmasına “zirve” denmesinin nedeni, liderlerin katılması. Amerikan başkanı gelmediğinde, zirve olmaktan çıkacağı için toplantının tamamen iptal edilmesinin onur kurtarıcı olacağı düşünülüyor. Obama’nın bu hareketi Avrupa genelinde “küçümsenme” ve “aşağılanma” olarak algılanırken, ABD’nin artık Avrupa’yı gözden çıkardığı, en sık yapılan yorumlar arasında.

Mayıs ayında Madrid’de düzenlenmesi beklenen zirve, özellikle yoğun hazırlıklar içinde olan dönem başkanı İspanya açısından üzüntü verici oldu. İspanya’nın, haberi basından öğrenmiş olması, hükümeti daha da güç duruma soktu. İspanyol Başbakan José Luis Rodriguez Zapatero, “Obama AB’nin ekonomik bir güç ve önemli bir siyasi aktör olduğunu unutmamalıdır” derken, gazeteler de Obama’nın küçümseyici tutumunu eleştirdiler. Ziyaretin iptal kararından hemen sonra Washington’a giden İspanyol Başbakanının Obama’dan resmî görüşme için randevu alamaması, başkan yardımcısının dahi kendisine vakit ayıramaması İspanyol hükümetinin mevcut mahcubiyetinin büyümesine neden oldu. Zapatero, Obama ile, 3500 kişinin katıldığı kalabalık bir davette görüşebildi. Üstelik bu davetin Katoliklerin geleneksel buluşması olması, katı sekülerliği ve laik yaklaşımı ile bilinen sol eğilimli Zapatero’nun eleştirilmesine, El Pais gibi başlıca gazeteler tarafından “şoke edici” bir hareket olarak nitelendirilmesine neden oldu. 

İspanya, aslında geleneksel olarak ABD ile iyi ilişkilere sahip ülkelerden. İkili ilişkiler, muhafazakar hükümet döneminde sorunsuz ve yakın düzeyde sürmüştür.Zapatero’nun ise, seçilir seçilmez ABD’ye bildirmeden Irak’taki askerlerini çekmesi ikili ilişkileri bozmamışsa da, eski “sadakat” konumunun sarsılmasına yol açmış olabilir. Obama’nın Zapatero hükümetine ya da İspanya’ya bakışı nasıl olursa olsun, zirveye katılmama kararının arkasındaki neden olmadığı kesindir. 

Obama’yı  bu hareketi nedeniyle “korumaya” çalışanlar, ABD’nin iç  sorunlarının yoğunluğuna vurgu yapıyorlar. Ekonomik meseleler, özellikle de istihdam yaratma planları Obama’nın iç  konulara eğilmesini gerektirdiğinden, Başkan’ın 2010 yılında ABD’de daha çok zaman geçireceği ileri sürülüyor. Ayrıca 2009 yılında çok fazla seyahat eden Obama’nın iç meselelerle yeterince ilgilenmemesi sebebiyle eleştirildiğinden bahsediliyor. Fakat Obama’nın şimdilik belli olan planına baktığımızda 2010 yılında bir dizi uluslararası konuyu gündemine almış olduğu, aynı zamanda dış ziyaretlerinin de olduğu görülüyor. Mart ayında Avustralya, Endonezya ve Guam gibi “AB karşısındaki önemi tartışmalı” olan ülkelere ziyaretinin iptal edilmezken AB Zirvesinin iptal edilmesi, “iç politika” gerekçesini anlamsız hale getiriyor. 

AB tarafından olağanüstü bir önem yüklenen ve AB’nin neredeyse tüm sorunlarının  çözümü olarak görülen Lizbon Anlaşması, ABD’nin resmî  makamları tarafından Obama’nın ziyaretini iptal etme nedenleri arasında “kısmen etkili” olarak gösteriliyor. Lizbon Anlaşması, dış ilişkilerden sorumlu komiserlik ile yüksek güvenlik ve dış politika temsilciliği görevlerini tek bünyede toplayarak karmaşaya son verecekti. Mevcut durumda; Avrupa konseyi başkanı, komisyon başkanı, parlamento başkanı, dış ilişkilerden sorumlu temsilci olmak üzere, Avrupa adına konuşabilecek durumda olan tam dört isim bulunuyor. Lizbon Anlaşması tek ses sağlamak için geliştirilse de, AB bugün “dört ses”e çıkmış durumda. 

Bu karışıklığın daha da olumsuz bir görüntü vermesine neden olan durum, hangisinin “gerçek” başkan ya da temsilci olduğu hâlâ belli olmayan bu isimlerin birbirleriyle rekabet içinde olması.  Bir tarafta “ben de buradayım” diyen Fransa gibi gösterişi seven ülkelerin liderleri, diğer tarafta Washington’ın dikkatini çekebilmek için birbirleriyle yarışan kişilerin varlığı nedeniyle “asıl” gündem ortadan kayboluyor. Obama geldiğinde ilk kim elini sıkacak, kim karşılayacak, yemekte kim yanında oturacak, ev sahibi İspanya mı yoksa Brüksel mi olacak gibi tartışmalar yoğunlukta idi. AB Başkanı Herman Van Rompuy ile İspanya Başbakanı, diplomasi anlaşmazlığını çözmüşlerdi. Karşılamayı Zapatero yapacak, yemekte ise Obama’nın sağına Rompuy oturacaktı. Fakat aslında Rompuy’un yerinin Komisyon Başkanı José Manuel Barroso’ya ait olduğu tartışılmaya başlandı. Dahası, AB’nin dış işleri temsilcisi Catherine Ashton’ın ismi bu en üst protokolün içinde geçmiyordu.

Washington tarafından yapılan açıklamalarda, AB’den, bir zirve yapılacaksa kendilerine bildirilmesini istemiş olmalarına rağmen bir bildirimin yapılmadığı, dolayısıyla zirvenin olup olmayacağını bilmedikleri söyleniyor. Bu noktada, AB’nin iç çekişmeleri nedeniyle zirveyi bildirmekte geç kalmış olma ihtimali ortaya çıkıyor. ABD’den kimin katılacağı veya hangi düzeyde bir katılım olacağı, AB tarafından daveti kimin yaptığına göre değişecektir. Dolayısıyla, aslında kimin başkanlık edeceği diplomasi kuralları açısından önemlidir. 

Önemsiz görünen konulardaki iç çekişmeler nedeniyle AB’nin ciddiyetini kaybetmiş görüntüsü verdiği ve kendini küçülttüğü ileri sürülerek AB’ye eleştiriler yapılıyor. AB ise, kendi içinde İspanya’yı suçluyor. Lizbon Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi sonrasında üçüncü ülkelerle yapılacak zirveler Brüksel’de gerçekleştirilecekti. AB-ABD Zirvesi’nin Brüksel’de yapılması planlanırken İspanya’nın Madrid için ısrar ederek bu konuda rekabete girişmesi nedeniyle AB’nin Obama’nın gözünde itibar kaybettiği tartışılıyor. 

Avrupa’da yapılan tartışmaların diplomaside takılı kalmış olduğunu gören Amerikan yönetiminin, gerçek bir gündem olmadığını düşünerek zirveden vazgeçmesi büyük bir olasılık. ABD basınında, AB’nin diplomasi ve protokol gibi gösterişi ön plana çıkararak uluslararası düzlemde gücünün azalmakta olduğunu sakladığı şeklinde yorumlar yer aldı. Lizbon Anlaşması’nın AB’yi ayağa kaldırması beklenirken, Birliğin itibarını yerle bir etmesi şeklindeki ironinin abartıldığını söyleyebiliriz. Obama’nın Lizbon Anlaşması devreye girdiği için ortaya çıkan protokol karmaşası nedeniyle katılımını iptal etmesi pek mantıklı görünmüyor. Çünkü AB’nin diplomasiye boğulmuş zirveler düzenlemesi, liderler ve başkanlar düzeyinde kendi içinde sürekli rekabet, çatışma ve karmaşalar yaşamakta olması yeni bir durum değil.    

İptal gerekçelerinden biri de AB’nin kendi içinde çok sayıda farklı düşünceye sahip olması, tek bir görüşünün bulunmaması olarak gösteriliyor. Avrupa tek ses olsaydı, global bir güç olabilecek, önemi nedeniyle daha fazla ciddiye alınabilecekti. Fakat bunun aksini ileri sürmek de mümkün. ABD’nin; iç sorunlarını çözmüş, birliğini sağlamış, global güç AB’yi ne kadar isteyip istemediği şüpheli. ABD’nin Avrupa işlerinden sorumlu dışişleri bakan yardımcısı Philip Gordon’un bu konudaki sözleri çok şaşırtıcı: “Biz tek sesle konuşan güçlü ve birleşik bir Avrupa görmek istiyoruz. Bu tek ses, bizim duymak istediklerimizi söyleyecek olan tek ses olmalıdır. Eğer bu ses bizim duymak istediklerimizi söylemiyorsa o zaman bu ses birleşmemiş sestir”. “Biz daha stratejik düşünen bir Avrupa istiyoruz. Çünkü stratejik düşünürlerse daha fazla Amerikalılar gibi düşüneceklerine inanıyoruz”

Gordon’un sözlerinden yola çıkarsak, Obama’nın AB’nin “stratejik düşünmemesi”  nedeniyle bozulmuş olma ihtimali ortaya çıkıyor. Örneğin Afganistan için yaptığı daha fazla asker çağrısına yeterince cevap alamadığını düşünüyor olabilir. “Asker göndermiyorsa Avrupa ne işe yarar” düşüncesi Obama’yı Avrupa’dan uzaklaştıran neden olabilir mi? Peki Afganistan için 9000 asker takviyesi yapan Avrupalılara göre Obama’nın kızma hakkı var mıdır? Bir başka neden ABD’nin terörle mücadele çerçevesinde büyük önem verdiği bilgi paylaşımı konusu olabilir. Avrupa Parlamentosu’nun, banka bilgilerini ABD ile paylaşmayı reddetmesi ABD yönetiminin kararını etkilemiş olabilir mi?

Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada, Obama’nın 2009 yılında “zaten altı kere” Avrupa’ya ziyaret gerçekleştirdiği belirtiliyor. AB Dış İlişkiler Temsilcisi Catherine Ashton, Obama’nın zirveye katılmayacağını zaten bildiğini, fakat bunun küçümseme anlamına gelmediğini, tamamen “lojistik” bir sorun olduğunu söylüyor. Avrupa İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip H. Gordon, “İspanya gezisi iptal edilmedi, çünkü zaten hiçbir zaman listede olmamıştı” diyor. Bu ifadelerden ağırlıklı olarak anlaşılan, AB’nin “o kadar” da önemli olmadığı. 

Avrupalıların zirveleri, toplantıları, bir araya gelme etkinliklerini fazlasıyla sevmesi; ABD’nin ise önemsiz konuşmaları, tekrarları, sonu gelmeyen tartışmaları sıkıcı bularak somut sonuçlar peşinde olması şeklindeki yorumlar Amerikan basınında sıklıkla göze çarpıyor. Obama’nın NATO toplantısı için sonbaharda Avrupa’ya geldiğinde bu zirveyi de aradan çıkaracak olması şeklindeki ihtimal, bu iddiaları doğruluyor. Zaten fazla işlevi olmayan, ancak Avrupalılar tarafından show haline getirilmiş olan zirvelerin ABD yönetimi tarafından “gereksiz” bulunduğunu söylemek mümkün. Belli ki, zirvelerin neden yapıldığı sorusunun cevabı ABD tarafından bulunamıyor. Sürekli ilişki içinde olan, istedikleri anda kolaylıkla iletişime geçebilecek konumda olan taraflar için yılda iki kere zirve yapmanın gerekçesi anlaşılamıyor. 

Obama, Amerikan Başkanı sıfatıyla, biri 2009 yılının Nisan ayında Prag’da, diğer Kasım’da Washington’da olmak üzere, iki AB-ABD zirvesine katıldı. Bu zirvelerin gündeminde önemli hiçbir konunun bulunmaması, anlamsız konuşmalar ve tekrarlar yapılması gibi nedenlerle Obama’nın bu toplantıları verimsiz ve gereksiz bulduğu yönünde genel bir kanı var. Prag Zirvesi sonrasında, AB üyesi ülke liderlerinin Obama ile fotoğraf çekme kavgasına tutuştukları, eğer doğru bir söylenti ise, AB’yi yeterince itici hale getiren bir neden olarak kabul edilmeli. Obama’nın Prag Zirvesi’nde öğle yemeklerinden birine katılmayarak yardımcısı Biden’ı göndermesi, Başkan’ın fazlasıyla sıkıldığı şeklinde yorumlanmıştı. 

İşin ilginç tarafı, gereksiz zirve, toplantı ve seyahatlere harcanan paralar nedeniyle sıklıkla eleştirilen AB bürokratlarının, ABD ile hâlâ yeni toplanma planları var. AB dış ilişkiler temsilcisi ile ABD dış işleri bakanının birlikte başkanlık edecekleri ve her “üç ayda bir” toplantı yapacakları Avrupa Parlamentosu Transatlantik Siyasi Konseyi’nin kurulması ile Avrupalı parlamenterlerle ABD Kongre üyelerini bir araya getirecek bir Transatlantik Asamblesi oluşturularak yılda iki toplantı düzenlenmesi öneriliyor. 

Geçtiğimiz haftalarda Mayıs ayında yapılması beklenen zirvenin hazırlık  çalışmalarına katılmak üzere ABD’den iki isim Madrid’e gelmişti. Avrupa işlerinden sorumlu dışişleri bakan yardımcısı Philip Gordon ile siyasi işlerden sorumlu müsteşar William J. Burns, Madrid’de bulundukları sırada Obama’nın katılmayacağına dair Avrupalılara herhangi bir bilgi vermemişlerdi. İki görevlinin AB’nin gündeminde “yine” kayda değer konuların bulunmadığı bilgisi ve tavsiyeleri doğrultusunda ziyaretin iptal edilmiş olması mümkündür. 

Obama’nın; Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya gibi “gerçek” aktörler varken, AB ile vakit kaybedeceğini düşünmesi aslında yerinde görünüyor.Avrupa’da yapılan yorumlar arasında AB’nin Obama’nın listesinde öncelikliler arasında yer almadığı ileri sürülüyor. Bunun başlıca nedeni de aslında AB’nin tek ses olamadığından uluslararası arenada etkinliğinin, gücünün, dolayısıyla da öneminin bulunmaması gibi görünüyor. Obama, eğer AB’yi listesinin altlarına attıysa, neden, ABD’nin AB ile ilişkilerinden kazandıklarının azalmakta olmasıdır. 

Birçok analist, Obama’nın bu ziyareti iptal etmesinin şaşırtıcı olmadığı görüşünde. Kopenhag Zirvesi’nde AB’nin başarısızlığı ve konferansı rezaletten kurtaranın Obama olduğu düşüncesi, Haiti müdahalesinde gecikmeler, tek bir ses olamamışken G-20’de yedi temsilcilik talep etmesi ve AB’nin bir vizyonunun bulunmaması gibi yakın zamanda yaşanan örnekler Birliğin yeterince ciddiye alınmamasına neden oluyor. Başkanlığının ilk senesinde Avrupa’dan yana hayal kırıklığı yaşayan Obama’nın, AB’yi, konuşmaya değer ciddi bir konu bulmadıkça, listesinin alt sıralarında tutmaya devam edeceği söylenebilir.  

Avrupa’da yapılan ilginç bir yorumda, Obama kadar AB’ye uzak duran başka hiçbir liderin olmadığı söyleniyor. Mesele Obama olabilir mi? Avrupa için Bush çok daha ciddi bir sorunken, fakat Bush döneminde böyle bir kriz yaşanmamışken, Obama’nın Bush’u arattığı söylenebilir mi? Bush döneminde zarar gören AB-ABD ilişkileri Obama döneminde yenilenecekti. AB, Obama’ya “kurtarıcı” gözüyle bakmış, olağanüstü bir değer yüklemişti. Halbuki, ABD aynı ABD olduğundan ulusal çıkarların, önceliklerin değişmesi söz konusu olamazdı. Obama’nın üslubu Bush’tan biraz daha farklı olabilir, fakat Obama ile birlikte çok büyük değişimler beklemek büyük hata idi. 

Kimilerine göre sorun AB ile ABD arasındaki farklılıklar. Fakat bu farklılıklar, her zaman var olmuş, farklılıklara rağmen ilişkilerin gayet verimli seyrettiği dönemler olmuştu. Sorun belki de AB’nin, ABD’ye “yamanarak” global güç rolü oynama arzusu. AB’nin ABD ile ilişkilerinde başlıca yeri, AB’nin uluslararası arenada etkili olabilme çabası tutuyor. AB’nin önce tek ses, sonrasındaysa global güç olmasını sağlayacak olan Lizbon Anlaşması yürürlüğe girdikten sonra, AB’nin ilk kez bir başkana ve dış ilişkiler temsilcisine sahip olarak katılacağı en büyük zirve AB-ABD görüşmesi olacaktı. Obama, AB’nin, kendisini kullanarak show yapacağını düşünmüş olabilir mi? 

Her ne kadar AB içinde Obama’nın Avrupa’yı gözden çıkardığı yönünde düşünceler olsa da, ABD’nin AB’yi gözden çıkarması kolay değildir. ABD, artık eskisi gibi tek güç değildir.  ABD’nin hâlâ en büyük global güç olduğu ve zirvede oturduğu doğrudur. Ancak zirveye yaklaşmakta olan başka güçler de vardır. ABD’nin AB’ye ihtiyacı, zaman zaman derecesi değişse de vardır. Temmuz ayında Belçika’nın dönem başkanlığı, zirvelerin hem Belçika’nın hem de AB’nin başkenti Brüksel’de yapılacak olması nedeniyle diplomasi/protokol krizlerini azaltacaktır. Bu dönemde Belçika’nın, geleneksel, hırslı olmaktan uzak tutumunu sürdürmesinin de yardımıyla ABD ile görüşmelerin gerçekleşmesini bekleyebiliriz. 

AB içindeki bazı kesimler tarafından ABD’nin Truva Atı olmakla suçlanan Türkiye’nin konumu nedir? ABD’nin, yavaş yavaş AB’yi listenin altlarına indirdiği doğruysa, listede yukarılara tırmanması en olası olan ülke Türkiye gibi görünmektedir. Rusya, İran, Çin, Hindistan, Brezilya gibi diğer etki sahibi ülkelerle kıyaslandığında ABD’nin yakınlaşacağı ülkeler arasında Türkiye önemli bir noktada yer almalıdır. ABD ile Türkiye’nin gerçek anlamda partner olmasının önündeki sorunların büyüklüğü düşünüldüğünde ise, Türkiye, ortaklık için ABD’nin önemli adımlar atmasını bekleyecektir.

AB tarafından bakıldığında iki farklı görüş olduğu biliniyor. Bir yanda, Türkiye olmadan AB’nin global güç olamayacağını düşünen ve Türkiye’nin üyeliğini savunanlar. Diğer tarafta ise bir dizi nedenden dolayı Türkiye’nin AB içinde yeri olmadığına inananlar. Bugünkü şartlar altında Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olanların sesleri daha yüksek çıkıyor. Tam da Lizbon Anlaşması yürürlüğe sokulmuşken ve global güç olma planları yapılırken AB’nin ABD’nin dikkatini çekememesi AB’yi öfkelendirecektir. Psikolojide ezilenin ezdiği yönünde bir tez vardır. Nasıl ki kölelerin isteği köle sahibi olmaksa, ABD ve diğer global güçler karşısında ezilen AB de birilerini, kolaylıkla adayları ve özellikle de Türkiye’yi ezmeye çalışabilecektir. 

Nüfusu yarım milyar olan, dünya ekonomisinin üçte birini üreten, dünyanın en büyük pazarı AB, kendisini fazlasıyla büyük gördüğünden Obama’nın bu hareketini uyarı olarak alacak gibi gözükmüyor. Avrupa’daki eleştiriler ya Obama’ya ya da İspanya’ya yöneltilmiş durumda. AB’nin eleştiri oklarını kendisine yöneltmesi bir fırsat olabilecektir. ABD’nin belki gerçekten gözden çıkarmakta olduğu, vatandaşlarının bile zaman zaman varlığını sorguladıkları AB’nin, tutunacak bir dal bulamaması durumunda gereksizliği daha belirgin hale gelebilir. AB’nin bir devlet olmadığını ve bir devlet gibi hareket etmemesi gerektiğini, farklı ülkelerden oluşan bir işbirliği örgütü olduğunu kabul etmesi, kısacası İngiltere’yi dinleyerek siyasi bir varlık gibi hareket etmeye çalışan ekonomik kulüp görüntüsünü terk etmesi AB’yi toparlayabilir. 




Henüz Yorum Yapılmamış.