Birgün, 17 Ekim 2016
ABD ve Rusya aslında düşman kardeşler. Suriye ve Irak konusunda karşılıklı olarak bir iş bölümüne gittiler. ABD Irak’tan sorumlu, Suriye’den de Rusya… Sykes-Picot’nun çizmiş olduğu o suni sınırlar, bu defa Rusya-ABD tarafından yeni bir pozisyon alınarak değiştirilmektedir
IŞİD’e karşı Irak ve Suriye’de eş zamanlı iki büyük operasyon başlatıldı. Musul’da denklem dışı bırakılan Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtı’yla Suriye cephesinde IŞİD’e karşı ilerleyişini sürdürüyor. Son olarak örgütün büyük önem verdiği Dabık kasabası da alındı. Tüm bunlar yaşanırken Musul krizi üzerinden Irak hükümetiyle girişilen ağız dalaşının nereye varacağı merak konusu. Ortadoğu’daki yeni dengeleri anlamaya çalıştığımız günlerdeyiz. Yeni dengeler Ortadoğu bataklığındaki ülkeyi nasıl şekillendirecek? Bu süreci anlamak için geriye gidip tarihe bakmalıyız diyen emekli Büyükelçi Uluç Özülker ile dünyada yaşanan üçüncü kırılmayı ve olası etkilerini konuştuk.
Irak Başbakanı Abadi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki karşılıklı sert sözlerin bizi taşıyabileceği noktayı deneyimli bir diplomat olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Diplomaside her şey olabilir. Ama önemli olan şudur ki; diplomasi aynı zamanda barış demektir. Savaşı ordular yapar, ondan sonra diplomatların devreye girmesiyle barış yapılır. Barış yapılacağı göz önünde bulundurulduğunda da daima kapının bir kanadı açık bırakılır. Başka bir deyişle sözleriniz ve davranışlarınızla, şu veya bu şekilde kendinizi bir açmaza sokup, ondan sonra geri adım atamama noktasına getirmemek esastır. En basit örnek; yakın zamanda Putin’le Erdoğan arasında ciddi bir ağız dalaşı yaşanmıştı. İntikam ve kin duygusuyla hareket etme alışkanlığında olduğunu bildiğimiz Putin dahi, 8-9 ay sonra bir yumuşamayla Türkiye ile politikasını yeniden ileri düzeye taşıyabilecek bir çözüme yöneldi. Bu da çok net bir biçimde gösteriyor ki; politika dediğinizde ebedi olan tutumlar yoktur, günün şartlarına uygun olarak adım atılır.
Bu kadar sert çıkışlar o kapıyı açık tutabilir mi?
Üslup yanlıştır. Netice itibariyle aklımızdan çıkarmayalım ki karşımızda belki gerçek anlamda olgun bir devlet yok, bunun başında bulunan Başbakan da güdümlü bir başbakan, ABD’nin kontrolü altında yaşıyor. Bunların hepsi doğru ama sonuç itibariyle burada bir devlet başkanı var. Orada cumhurbaşkanının çok fazla bir kıymeti harbiyesi yok, başbakan daha önemli bir kişi. Dolayısıyla herhangi bir şekilde üslubunuzu üst düzeye taşıdığınızda, bu karşınızdaki bir devlete hitap ettiğinizi de unutturmamalı.
‘Türk askerinin Irak’taki varlığına Irak hükümeti karar verir’ dendi ABD tarafından. Bu gelişmeler Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl şekillendirir?
Bir söz vardır; ‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla.’ Elbette burada Abadi’nin çıkışı kesinlikle kendi düşüncesi değildir. Çünkü Türkiye’yi karşısına muhatap almak istemez. Orada bir devlet de yok sonuç itibariyle. Bunu söyletme cesaretini ona veren ABD’dir. Türkiye’nin oradaki mevcudiyeti ABD’yi rahatsız etmektedir. Bu açıdan baktığımız zaman biraz daha geriye gitmekte fayda var.
2014’te Türkiye’yi Irak’a davet eden İbadi’nin kendisiydi. ABD de buna ses çıkarmamıştı. O dönem isteyen ABD bugün neden Türkiye’yi Irak’ta istemiyor?
O günkü koşullarda çok daha farklı bir durum vardı, bugün çok daha farklı bir durum var. O günkü koşullarda IŞİD’e karşı ne yapacaklarını daha tam manasıyla kestirememişlerdi. 2014 yılında Rusya ve ABD arasındaki ilişkiler de bugünkü gibi değildi. Unutmayın ki ilginç bir durum var ortada. Rusya hep kazançlı çıktı son dönemlerde girmiş olduğu mücadelelerden. Bunun da arkasında aslında Batı’nın bir bütün olarak yapmış olduğu ciddi hatalar var.
Nedir o hatalar?
Gürcistan’da ve Ukrayna’da Batı dünyası sürekli olarak bu ülkeleri kışkırttı, teşvik etti. Fakat bu teşvikinin sonunu getiremedi. Getiremediği için de Rusya fırsatı çok iyi kullanıp, haklı ve üstün konuma geçti. Sonuçta da çok ciddi bir ambargo sonucu Rusya zaten asırlardır inmeyi istediği güneye sonunda indi. Suriye’ye girdi. Bugün Rusya artık Suriye’ye inmiş, oraya gerçek anlamda yerleşmiş ve uzun vadeli olarak oradaki kendi toprağını oluşturma peşine düşmüştür.
Bir de Halep meselesi var…
Rusya’nın, Akdeniz’de kendine bağımlı olarak oluşturmaya çalıştığı bölgenin içinde yer alan bir şehirdir Halep. Rusya artık Halep’i terk etmez, Tartus’a ek olarak iki üs daha kurdular. 11 tane gemileri var, uçak gemilerini de Akdeniz’e gönderecekleri söyleniyor. Dolayısıyla Rusya eğer herhangi bir şekilde Halep’te hakimiyet tesis edilemez ise buradaki savaşı durdurmaz. Ne oldu? Batı’dan gelen ambargonun cevabı ve aynı zamanda Rusya’ya karşı bu kadar zorlaştırıcı, zorlayıcı bir noktaya gelinmesi, evvela Suriye’nin bu manada topyekûn kaybedilmesiyle sonuçlandı, Rusya bu kozu da kullandı. Sadece burada Gürcistan, Kırım, Ukrayna meselesi değil bunun ötesinde Suriye de geldi. Rusya Batı’nın orada sıkıştırdığı ölçüde, burada Esad’ın arkasına topyekûn geçti. Bugün Suriye Rusya’nın sözü dışında herhangi bir şey yapılamayacak noktaya taşındı.
Yani ABD’nin Irak’tan çıkmıyor oluşu gibi, Suriye’den de Rusya mı çıkmayacak?
Bu da kendi içinde ilginç bir durum oluşturdu. ABD ve Rusya, bir yandan ambargo, bir yandan Suriye çekişmesini bir araya koyduğunuz zaman aslında düşman kardeşler bunlar. Dost değil. Ve çatışmaları o kadar ki soğuk savaşa mı dönüyoruz, sorularını beraberinde getirdi. Hatta hatta başka türlü çatışmaya mi giderler, buraya kadar büyüdü iş.
ABD-Rusya arasında Soğuk Savaş dönemi gibi bir çatışma ortamının oluşması bekleniyor mu?
Bence hayır. ABD ve Rusya çatışmaz. Şu anda vekalet savaşları yaptırılıyor. Bir yandan gerçek anlamda ambargo kalktı deniyor ama kalkmadı. Giderek de ağırlaştırılarak devam ediyor. Ama diğer taraftan Suriye ve Irak konusunda karşılıklı olarak bir iş bölümüne gittiler. ABD Irak’tan sorumludur. Suriye’den de Rusya. Yani başka bir deyişle ABD bir yandan Rusya’ya karşı menfaati ters düştüğü için bu ciddi olumsuz politikaları güderken, diğer yandan Ortadoğu politikasında tam tersi bir işlevi üstleniverdi.
İngiltere ve Fransa arasındaki gizli anlaşma Sykes-Picot ile 100 sene önce çizilen sınırlar ve Batı’nın Ortadoğu hayalleri, bu kez ABD-Rusya eliyle mi hayata geçirilmeye çalışılıyor?
Sykes-Picot’nun çizmiş olduğu o suni sınırlar, bu defa Rusya-ABD başat güçleri tarafından yeni bir pozisyon alınarak değiştirilmektedir. Petrol dediğiniz zaman bir anda bütün şartlar değişiyor ve batı kendisi burada topyekûn hakimiyet kuruyor. Burada bir yanlışlık var. Başat güçler devamlı olarak jandarması olarak dünyanın ‘ben yaptım oldu’ politikasıyla gidiyorlar.
Bugünkü tablo nasıl? Sömürgecilik devam ediyor çünkü…
Batı refah toplumudur. Sömürgecilik yeni şekliyle devam ediyor. Bir Fransız bana ilginç bir tanımla yaptı. ‘2 metrelik bir havuz düşünün. O havuzda biz iki kişiyi saçlarından tutup batırmışız, biz devamlı yukarda nefes alıp yaşıyoruz. Onları 1-2 dakikada bir yukarı çıkarıp nefeslendiriyoruz. Sonra tekrar batırıp biz yaşamaya devam ediyoruz, onların aşağıdaki desteği sayesinde. Böyle bir dünya düzeni nereye kadar gider?’ dedi. Sorun burada patladı. ABD, Rusları Afganistan’dan çıkarabilmek için Taliban’ı yarattı. Taliban Afganistan halkının kendisidir. Afganistan’ın yüzde 42’si Taliban’dır. Taliban diye bir örgüt yoktur. Taliban Afganistan’dır. Bunların içinden eğittiler, Ruslarla mücadele etsinler diye ve kovdular oradan Rusları. Bunları eğitmek için Kuzey Pakistan’da selefi okulları kurdular. Bugün 1 milyonun üzerinde Selefi dünyada at koşturuyor, başının belası oldu herkesin. Yaratan kim; ABD. Sudan’a girdi, ikiye bölündü ülke. Libya’ya girdi, iç savaş çıktı. BOP diye ortaya çıktılar Bush döneminde, ne oldu? “Arap baharı”nı gördünüz nasıl sonbahara, kışa döndü… Yani ABD girdiği her yerde arkasında bir mezbelelik bıraktı. Irak’ta da aynı şeyi yaptı, tıpkı Ortadoğu’nun canına okuduğu gibi… Bu çerçevede bir tek kayıtsız, şartsız desteklediği güç var, o da İsrail. Adeta ABD’nin 52. vilayeti.
Pek çok ülkede büyükelçilik yaptınız. Ortadoğu ülkelerinde de… Neler gözlemlediniz?
Libya’da büyükelçiyken şunu gözlemledim ki, halkı için müthiş çalışan bir liderdi Kaddafi. Ama diktatördü. Libyalılara sordum bir gün, çok ilginç bir tahlil yaptılar. Dediler ki; ‘Multi-etnik yapıda ülkeleriz biz. Bütün çevremiz Arap ülkeleri, aşiret düzeninde yaşıyoruz. Libya’da da 400’ün üzerinde aşiret var. Bunları bir arada tutmak fevkalade güç, tepeden tırnağa silahlı hepsi. Dolayısıyla multi-etnik yapı içinde zorlayıcı olmak kaçınılmaz. Ama şunu aklınızdan çıkarmayın, iş vicdanlara ve din faktörüne geldiği zaman işte orda hepimiz laikiz. Çünkü kalbe hitap eden dinin, zorlamayla üstesinden gelmenin mümkün olmadığını idrak ettik.’ Bakın Kaddafi laikti. Mübarek laikti. Saddam laikti. Esad laiktir. Değişik nedenleri var ama hepsi laiktir. Tunus en demokratiğiydi, laikti. Bunlar laikliği ön plana çıkarmış, laik olmayı tercih etmişlerdi.
Nasıl gelindi bugünkü tabloya?
Ne oldu? Dünyada bir mağduriyet başladı. Nüfus çok artıyor, dünyadaki dengeler bozuluyor. Batı, refahı geriliyor. Fakat bunu kabullenmiyor ve daha acımasız bir şekilde mağdurları eziyor. Bunun sonucu olarak bir de mikro-milliyetçilik, savaşlar, açlık, dünyadaki nüfus artışı, iklim sorunları vs. hepsi bir araya geldiğinde göçler başladı. Ama göçlerle birlikte aynı zamanda ezilmiş olduğunu iddia eden toplumlar; ki gerçekten ezildiler, ayaklanmaya başladı. Bu toplumlar genel anlamda Müslüman kesimlerden çıktı. Ve bu defa Müslümanlığın terörle özdeşleştirilmesi sonucuna varıldı. Batı’nın en büyük hatalarından bir tanesi de bu olmuştur.
Din adıyla kan akıtan bir IŞİD gerçeği var ortada. Bunu nereye oturtabiliriz?
Irak meselesinde IŞİD’i yaratan ABD’dir. ABD Irak’a haksız bir biçimde girdi ve Tikrit üçgeninde kalan bölgedeki herkesi katletti, bunlar Saddam’ın adamlarıdır diye. Bunun üzerine ABD’ye Şiiler ve Tikrit üçgenindeki Müslümanlar intikam duygusuyla ayaklandılar, ABD’ye başkaldırdılar. O kadar ileri gittiler ki; El Kaide dahi kabullenemedi ve buradan IŞİD çıktı. Başka bir deyişle Tikrit üçgeninin desteğiyle IŞİD ortaya çıkmıştır. Bunun da arkasında doğrudan doğruya ABD vardır, IŞİD’i ABD yaratmıştır. Bugün kendi yarattığı canavarla boğuşmaya herkesi mecbur ediyor ABD.
Suriye’de bir çözüm yolu bulunabilmesi için taraflar bir araya gelebilecek mi?
Suriye meselesinin çözümü Rusya ile ABD’nin kendi aralarında uzlaşmalarına, ama bu uzlaşma içine de mutlaka Türkiye ve İran’ı da sokmalarına bağlıdır. Suudi Arabistan bu ülke değildir. İran olmazsa çözemezsiniz. Şii faktöründen dolayı İran aktördür. Ama 1200 km sınırıyla ve bu kadar belaya saplanmış bir ülke olarak Türkiye’yi dışarda bırakarak gidemezsiniz. Gittiğiniz gün Türkiye’nin başı geometrik olarak büyüyen bir belayla baş başa kalır. Bu masada Türkiye de mutlaka olmalıdır.
Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Baştan aşağı yanlıştır. Geçmişte de yanlıştı, şimdi de yanlış. Esad gidecek diye tutturuldu. Esad’ın gideceği filan yok. Artık Rusya ile görüşülecek bundan sonra. Rusya ile uzlaştık. Rusya-Türkiye yakınlaşması pek çok şeyin yolunu açmıştır. Batının Türkiye’ye bakışı ve politikaları bu kadar zor bir noktaya işi taşıdığında Rusya fırsattan istifade “Türkiye’yi kendi yanına çekip, batıdan daha fazla uzaklaştırabilmenin yolunu da açabilir miyim” diye düşünmeye başladı.
Olur mu böyle bir kopuş?
Olmaması lazım. Putin en son Avrasya modelini dile getirdi. ‘Avrasya modeline gelirseniz orda yer alırsanız, netice itibariyle çok daha karlı çıkarsınız’ diyor. Avrupa’ya her yönden göbek bağıyla bağlıyız. Eğer AB ile müzakereler yürümüyorsa bunun suçunu sadece AB’de görmemek lazım. Dolayısıyla meseleye tek taraflı olarak Avrupa bize sırt çevirdi diye bakmamak lazım.
AKP’nin dış politikası hakkında ne söylersiniz?
Tamamen yanlıştır. Bu politikayla hiçbir yere gidemezsiniz.
Peki şu 3. kırılmanın etkilerini de netleştirelim. Dünya genelinde sınırları da değiştirecek ölçüde gerçekleşen bu 3. kırılmadan Türkiye nasıl çıkar?
Güneydoğu’da yaşananlar 3. kırılmanın topyekûn sonuçlarıdır. Birincisinde yıkıldık, ikincisinde kurulduk, üçüncüsünde bizimle yeniden oyun oynanıyor. Aklımızı başımıza toplamazsak, birlik ve beraberliğimizi sağlayamazsak, bölünme tehlikesini getirir.
Yani yeniden yıkılmamızdan mı bahsediyorsunuz?
Evet, yeniden yıkılmamızı getirir ve Türkiye’den toprak kaybına kadar gidebilecek yeni oluşumlardan, risklerden endişe etmek lazım. Şunu da aklınızdan çıkarmayın, başat güçler anlaştığı zaman karşısında durmanız çok kolay olmuyor. Siyaseti bir tarafa bırakın, bugün Türkiye’nin gelmiş olduğu noktada artık hükümeti çok aşan bir konumdayız. Onun için parlamentoyu mutlaka ve mutlaka ön plana çıkarabileceğimiz ve çözümü arayabileceğimiz merkez kurum haline dönüştürebilmemiz kaçınılmaz şekilde gereklidir.
Henüz Yorum Yapılmamış.
- AB DIŞ İLİŞKİLER KONSEYI (17 EKIM) SONUÇ BİLDİRİSİ:AB’DEN SURİYE VE RUSYA’YA UYARI (ENGLISH) Avrupa - AB 18.10.2016
- MİLLETVEKİLİ ÜNÜVAR’DAN AZERBAYCAN’IN BAĞIMSIZLIĞININ 25. YILDÖNÜMÜ MESAJI Kafkasya ve Türk-Ermeni İlişkileri 18.10.2016
- TÜRK DİASPORASI KIRGIZİSTAN'DA BULUŞTU Asya - Pasifik 18.10.2016
- RUSYA'DAN FLAŞ İNDİRİM AÇIKLAMASI! Asya - Pasifik 18.10.2016
- RUSYA-ABD GERİLİMİ ARTIYOR! Asya - Pasifik 18.10.2016
-
THE ARMENIAN QUESTION - BASIC KNOWLEDGE AND DOCUMENTATION -
THE TRUTH WILL OUT -
RADİKAL ERMENİ UNSURLARCA GERÇEKLEŞTİRİLEN MEZALİMLER VE VANDALİZM -
PATRIOTISM PERVERTED -
MEN ARE LIKE THAT -
BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN BORU HATTININ YAŞANAN TARİHİ -
INTERNATIONAL SCHOLARS ON THE EVENTS OF 1915 -
FAKE PHOTOS AND THE ARMENIAN PROPAGANDA -
ERMENİ PROPAGANDASI VE SAHTE RESİMLER -
A Letter From Japan - Strategically Mum: The Silence of the Armenians -
Japonya'dan Bir Mektup - Stratejik Suskunluk: Ermenilerin Sessizliği -
Anastas Mikoyan: Confessions of an Armenian Bolshevik -
Sovyet Sonrası Ukrayna’da Devlet, Toplum ve Siyaset - Değişen Dinamikler, Dönüşen Kimlikler -
Ermeni Sorunuyla İlgili İngiliz Belgeleri (1912-1923) - British Documents on Armenian Question (1912-1923) -
Turkish-Russian Academics: A Historical Study on the Caucasus -
Gürcistan'daki Müslüman Topluluklar: Azınlık Hakları, Kimlik, Siyaset -
Armenian Diaspora: Diaspora, State and the Imagination of the Republic of Armenia -
ERMENİ SORUNU - TEMEL BİLGİ VE BELGELER (2. BASKI)
-
"TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN DÜNÜ BUGÜNÜ YARINI" BAŞLIKLI KONFERANS