Ermeni Araştırmaları - Sayı / Issue: 1

Ermeni Araştırmaları

Sayı : 1
Yıl : 2001
Fiyat : 0.00 TL

PDF İndir
Editörün Notu

Sayın Metin Erksan’ın Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan "Bayrak yakmakla Ermeni Soykırım Yalanı Çözülmez" başlıklı yazısı ciddi bir tespiti içermekte ve ev ödevini on yıllardan bu yana iyi yapmayan bir devletin yurttaşlarının çaresiz kalmanın verdiği kızgınlık ile sonuç almaktan ziyade kendini tatmine yönelik eylemlere sürüklediğine dikkat çekmektedir. Bu sadece sözde Ermeni soykırımı ile ilgili değil, bütün karşı karşıya kalınan sorunlar ile ilgili bir hususdur. Ankara, örgütlü, sistemli, sürekli ve bilimsel çalışma yöntemlerini uygulamamakta ısrarcı, kendisini yenilgiye sürükleyen, halkını mağlubiyet ve kızgınlık duyguları ile karşı karşıya bırakan bir tutumu ısrarla ve akıl almaz bir şekilde sürdürmektedir.

Bu tutum Ankara’nın karşı karşıya kaldığı PKK sorunu, Ermeni soykırım iddiaları gibi meselelerin gerçek doğasın kavrayamamasından, bu tür saldırıların esasen Türkiye’ye yönelik ve onlarca yıllık uzun vadeli hedeflerin gerçekleşmesi için gereken politik, askeri, kültürel, sosyal ve uluslararası koşullar sağlamaya yönelik örtülü savaş ve psikolojik harekat olduğunu anlamamasından ve/veya anlasa bile buna göre önlemler almamasından kaynaklanmaktadır.

Ankara’nın Türkiye için sahip olduğu savunma anlayışı ancak nebat dünyasının savunma anlayışı olan bitkisel savunmadır. Bitkisel savunma ise mağlubiyetin diğer adıdır. Bir örtülü savaş ve psikolojik harekat ile karşı karşıya olduğu halde buna karşı gereken önlemleri almayan, diğer bir değişle kendi ev ödevini iyi yapmayan Ankara, olumsuz sonuçlar aldığında kendi hatalarını Israr ile görmemezlikten gelmekte ve suçu hep başkalarına atmaktadır. Ortaya çıkan olumsuz sonuçlar bile Ankara’nın gerekli politikaları oluşturarak gereken şekilde karşılık vermesini engellemektedir.

Oysa politik bir hedef, bu hedefi gerçekleştirecek şekilde örgütlenmiş bir karargâh, gelişmiş bir strateji, bu stratejiyi adım adım gerçekleştirmeye yönelik taktik eylemler bütününden oluşan örtülü savaş ve psikolojik harekata karşı ancak onun kadar örgütlü ve gelişmiş bir karargâha sahip, düşmanın atacağı adımı daha önceden kestiren ve buna göre önlemler alan bir yapı ile karşı konulabilir. Türkiye ne yazık ki diğer bir çok hususta olduğu gibi Ermeni iddialarına karşı da böyle bir karargâhtan yoksun olarak elleri kolları bağlı bir boksörün çaresizliği içinde sözde mücadele etmektedir. Türkiye’deki hiç bir kurum haklı olarak böyle bir mücadelenin kendi işi olmadığını düşünmekte ve bu mücadeleyi "ucundan tutarak" sahiplenmekte / sahiplenmemektedir.

Bu saptamaları başından bugüne değin sözde Ermeni soykırımı örneğinde somutlaştırırsak tespitlerimiz daha kolay anlaşılacaktır. Terörist Ermeni saldırılarının başlamasından sonra bir grup diplomat ve bilimadamının doğal önderliğindeki "gerçekten gönüllü bir grup" kendi gayretleri ile herhangi bir özel karargâh olmadan ağırlıklı olarak Dışişleri Bakanlığı’nın eşgüdüm ve desteği ile Türk tezini bilimsel ve politik çalışmalar ile bütün dünyada anlatmak için çalışmalara başlamıştır. Yine Ermeni saldırılarının ağırlıklı hedefi olan ve bir çok diplomatını Ermeni saldırılarına kurban veren Dışişleri Bakanlığı’nın bir üyesinin, Washington büyükelçisi Şükrü Elekdağ’ın Ankara’ya rağmen gösterdiği çabaları ile Batılı bilimadamları arasında ciddi bir Türk yanlısı grup oluşturulma başarısı gösterilmiştir.

Ermeni terör eylemlerinin sona ermesi ile birlikte savaşın gerçek doğasını anlamayan Ankara bu sürecin bittiğini zannetmiş, zaten örgütlü bir yapı ile yürütülmeyen mücadele sona erdirilmiştir.

Öte yanda Ermeniler, terör sürecini politik savaşın ilk aşaması olarak görmüşler ve terörün sona ermesinden sonra ağırlıklı olarak sözde bilimsel ve özünde halkla ilişkiler boyutu güçlü olan bir süreci başlatmışlardır. Bu sürecin temel hedefi Ermeni tezlerini bütün dünyanın tezleri haline getirmek olmuştur. Sovyetlerin çökmesi ile birlikte Ermeni tezlerinin sadece Ermeni diasporası tarafından değil Erivan tarafından da savunulduğu bir dönem başlamıştır.

Eski Sovyet coğrafyasındaki en saldırgan devlet olan Ermenistan, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü ihlal ederek bu ülkenin topraklarının % 20’sini işgal etmiş, diğer komşusu Gürcistan’ın Cevaheti bölgesindeki Ermenileri örgütleyerek bu bölge üzerindeki Tiflis’in egemenliğini kağıtta kalır bir hale indirgemiştir. Karadeniz’e çıkma planı yapan Erivan için Kelbecer’in de jura Ermenistan’a ilhakI bir ilke değil bir zaman meselesidir. Ermenistan üçüncü komşusu Türkiye ile olan sınırını da kabul etmemiş, Doğu Anadolu bölgemizi Batı Ermenistan olarak gördüğünü ortaya koymuştur. 1990’larIn başında Azerbaycan ile savaştan dolayı İran ile iyi ilişkileri içinde olan Ermenistan, son yıllarda İran-Ermenistan sınırının güneyindeki bir çok İran yerleşim birimine de Ermenice adlar vermeye başlamış, İran’a karşı bile saldırgan bir tutum sergilemeye başlamıştır.

İşte bu küçük, fakir ama saldırgan ülke ve Ermeni diasporası 1990’larIn sonunda, 15 yıldan bu yana bütün Batı dünyasında yapılan ve bilimsel yöntemlerin ve şiddet/tehdit eylemlerinin iç içe geçmiş bir şekilde kullanıldığı sürecin sonunda dünyanın Ermeni tezlerini kabul etmesi için olgunlaştığını düşünerek, harekete geçmiştir.

Ermeniler dünyayı hazırlamak için ne yapmışlardır? Öncelikle, Ermenilerin soykırıma uğradığı tezi bütün dünyada yayınlanan binlerce kitap ve makale ile Yahudi jenosidinden sonra en önemli
soykırım olarak dünyanın beynine işlenmiştir. Ermenilerin bu çabalarının bir noktadan sonra Ermeni tezinde kendi ulusal menfaatleri doğrultusunda faydalanmak isteyen ve tarihte ilk soykırımı gerçekleştiren halk olma durumundan kurtulmak isteyen Almanya tarafından desteklenirken, Ermeni sorunu kendi politik kültürünün aşamadığı bir parçası olan Fransa tarafından da hoşgörü ile kabul edilmiştir. Ermeni lobisi böylece Batı dünyasında Ermeni tezini genelgeçerli ve Yahudi soykırımı gibi bir gerçek olarak kabul ettirmeyi başarmıştır.

Bu süreç sadece Batı dünyasında gerçekleşmemiş aynı zamanda Türk kamuoyuda Ermeni tezini destekleyen kitaplar ile beslenmiştir. 1990’larIn sonu 2000’lerin başında Türkiye’de Ermeni tezini destekleyen 25 kitap çıkmış ve en ufak bir tepki görmeden satılmıştır. Bu süreçte Türkiye’de Ermeni yanlısı küçük bir akademisyen/işadamI merkezli grup oluşmuştur. Şimdi bu grup dünyanın değişik yerlerine davet edilerek Ermeni yanlısı platformlarda Türkiye-Ermenistan yakınlaşması adına Ermeni soykırımı için özür dilemektedirler.

Ermeni lobisi Ermeni tezini genel kabul gören bir tez haline getirme sürecini gerçekleştirirken diğer yandan da Türk tezine destek veren başta Amerikalı bilimadamlarını tehdit ve terör kampanyası ile baskı altına almışlar ve Türk tezini desteklemeyi kestirmişlerdir. Bu bilimadamlarından bazıları can korkusu ile Türkiye’ye kaçmış ve bir süre Türk devletinin koruması altında yaşarken bir kısmı ise ne yazık ki Ankara’dan hak ettikleri ilgi ve desteği görmemiş, Ermeni tehditleri ile tek başlarına karşı karşıya bırakılmışlardır.

1990’larIn sonunda Ermeniler tekrar politik faaliyetlerine başladıkları zaman dünya Ermeni terörünü unutmuş, ancak Ermeni tezleri ile beslenmiş bir şekilde Türklerin ilk soykırımı gerçekleştiren halk olduğuna inanmaya hazır hale getirilmiştir.

Öte yandan Türkiye’de aynı süreçte Ermeni meselesi ile ilgili çalışanların sayısı sürekli azalmış, 1970 ve 1980’lerde dünyaya Türk tezini anlatan diplomat / bilimadamı grubu biyolojik olarak aktif mücadelenin dışına çıkmıştır. Ermeni tezlerini çürüten kitapların değil dünya piyasalarına Türkiye piyasalarına dahi hakim olmadığı, kimsenin bu meseleye sahiplenmediği bir döneme girilmiştir. Türk akademisyenleri verimsiz bir alan olduklarını düşündükleri bu alandan uzak durmuşlar, bu konuya girmeye cesaret eden bilimadamları ise en ufak bir destek bulamamışlardır.

Esasen mevcut devlet kurumlarının hiç birisinin işinin Ermeni meselesi ile uğraşmak olmadığı ve bunun için ayrı bir örgütlenmeye gerek olduğu gün gibi açık iken Ankara böyle bir örgütlenmeye gitmemekte ısrar etmiş, tasarıların gelmesinden bir kaç gün önce Washington ve Paris’e parlamenter heyeti yollamanın çözüm olduğu gibi birşeyi düşünebilmiştir. Varılan sonuç ortadadır ve ne yazık ki Ankara’nın Ermeni meselesine tepki göstermek için ciddi bir çabası yoktur. Ancak bütün çözümü Ankara’dan beklemenin ve politikacılar ve bürokratların eylemini beklemenin de aydın sorumluluğu ile bağdaşmadığını söylemek lâzımdır. Ankara bir şey yapmasa dahi yapılabilecek çok şey vardır.

Yapılabilecek şeylerden bir tanesi olan Ermeni örtülü savaşına ve psikolojik harekatına karşı mücadelede bilimsel bir karargâh olacak olan bir merkezin oluşturulmasıdır. Bu merkezde Osmanlıca, Ermenice ve Batı dillerini bilen uzmanlar başlangıçtan günümüze Ermeni tarihini, kültürünü, dinini, politikasını, Ermenistan’ı, Ermeni diasporasını, politik ve kültürel etkinliğini tarihsel ve günlük çerçevede incelemelidir. Dünyanın her yanında Ermenilerle ilgili çıkan her kitap toplanmalı, hangi kütüphanede hangi kitabın olduğu bilinmelidir. Bu merkez sadece Türkçe değil ağırlıklı olarak yabancı dillerde yayınları yurtdışında yapmalıdır. Amerikalı, İngiliz, Fransız, Arap, Rus vs. ülkelerden bilimadamlarına burs vererek bu konuyu araştırmalarını sağlamalıdır. Bu merkezin uzmanları yılın yarısını dünyanın değişik üniversitelerinde konferanslar vererek geçirmelidir. Bu merkez Türkçe ve İngilizce Ermeni Araştırmaları dergisi çıkarmalı, Türkiye’de Ermeni meselesi ve Ermenistan konusunda yüksek lisans ve doktora çalışmalarını desteklemelidir.Bu tür bir merkez yurtiçinden ve dışından bütün araştırmacıların ilk başvuracağı ve araştırmalarında materyale ulaşma konusunda en hızlı ve verimli çalışma alanı olmalıdır.

Böyle bir merkezin oluşturulması için çok mu geç kalınmıştır? Hayır! çünkü Ermeni diasporasının ve Ermenistan’ın yürüttüğü savaşın politik hedefi bugün için gerçekçi görünmeyen "Batı Ermenistan’ın" kurtarılmasını içermektedir. Bu hedefe varmadan önceki ara aşamalar ise a) bütün dünyanın Ermeni katliamını kabul ettikten sonra, b) Türkiye’nin de sorumluluğunu kabul etmesi, c) Türkiye’den tazminat istenmesi, d) Türkiye’den ayrılan Ermenilerin geri dönmesi ve nihayet e) Türkiye’den toprak talebi şeklinde özetlenebilir.

2 milyonluk bir ülkenin Avrasya ekseninin en güçlü ülkelerinden birisi olan Türkiye’den toprak talep ederek alması bugünkü koşullarda bir hayaldir. Ancak bugünkü koşullarda hayal olması Ankara’nın güzellik uykusuna yatması gerektiği anlamına gelmez. Yukarıda tanımladığımız bu tür bir merkez Türkiye’nin uyumadığının ve izlediğinin kanıtı olacaktır. Böyle bir merkez "Ermeni Araştırmaları Enstitüsü" Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne" bağlı olarak çalışmalarına başlamıştır. Hem de sivil toplumun girişimi olarak. Elinizde tuttuğunuz dergi bu enstitünün çalışmalarının ilk somut örneklerinden birisidir ve Ermenilerin Türkiye’ye karşı açtıkları savaşa karşı koyuşta bu dergi bir yeni adımı temsil etmektedir. Ermeni araştırmaları dergisi bilimsel bir araştırma platformu olarak, Ermeni, politikası, tarihi, kültürü, dini ve tarihi ile ilgili çalışmalara yer vereceği gibi gerek Ermenistan’ın politik yaşamının günlük olarak izlenmesini gerek Ermeni diasporasının gerçekleştirdiği faaliyetlerin takibini sağlayacaktır.

Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün dergisinin editörü sayın E. Büyükelçi Ömer Lütem Beyefendiye bu dergiyi hazırlamakta gösterdiği üstün gayretten dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.

İçindekiler
Yazarlar