AVRUPA VE “FEDERALİZM”
Blog No : 2012 / 19
13.09.2012
8 dk okuma

Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Avrupa Birliği’nin (AB) “Avrupa Birleşik Devletleri” oluşturmayı hedeflediğini ve bunun gerekli olduğunu söylemesi, bundan önceki yıllarda olduğu gibi büyük tepki ile karşılanmadı. Barroso, bir “ulus-devletler federasyonu”ndan bahsedecek cesareti dahi gösterdi. “Federalizm” kavramı, kullanılması bir tabu olduğundan “f ile başlayan kelime” olarak anılır ve sadece küçük bir azınlık tarafından ara sıra telaffuz edilirdi. Federalizm kavramı son zamanlarda daha fazla tartışılmaya başlandı, çünkü artık Avrupa’da buna hazır bir ortamdan bahsetmek mümkün. ABD veya Almanya gibi federalist yapıya sahip ülkelerde ulusal düzeydeki idari birimler, yerel düzeydeki idari birimler ile birlikte bulunur. Yerel birimler arasında hiyerarşi yoktur, hiçbiri diğerinden daha üstün değildir ve tamamen eşittirler. Federalist yapıda, seçilmiş olan ulusal idari birim dış politika ve güvenlik politikası üzerinde tek yetkiye sahiptir. Federalist bir devlette, her ne kadar yerel birimlerin önemli ölçüde gücü bulunsa da, tek bir para birimi, tek bir ortak anayasa, hem yerel hem de ulusal düzeylerde yasama organları bulunur. ABD veya Almanya gibi devletlerle AB’nin kıyaslanması durumunda, AB’nin federalizmden uzak bir yapıda olduğu görülüyor. Federal sistemin yerel birimleri konumunda olan üye ülkeler aslında Amerikan eyaletlerinden çok daha fazla güç ve yetkiye sahiptirler. AB ülkelerinin, federal bir devletteki yerel birimlerde bulunmayan, anlaşmalara imza atma, bağımsız askerî güç oluşturma gibi yetkileri vardır. AB kurumlarına baktığımızda ise, Amerikan veya Alman devleti gibi federal bir devletin elindeki güce “henüz” sahip olmadığını görmekteyiz. Avrupa federalist harektinin kurucusu Altiero Spinelli (İtalyan Komünist Partisi üyesi), savaş sonrası başlayan Avrupa entegrasyon sürecini hem yavaş hem de anti-demokratik bularak eleştirmiş, federal bir yapı için devrim yapılması gerektiğini savunmuştur. Spinelli’nin savunduğu, egemenliklerini ortak demokratik kurumlara devretmiş olan, tek tek devletlerden oluşmuş yeni bir Avrupa devletinin kurulması idi. Amerikan tarzı bir federal yapıyı savunan Spinelli’ye göre Avrupa entegrasyon sürecini başarıya ulaştırabilecek tek yol federalizmdi. Uzun süre federalizmden bahsedilmemiş, zaten Spinelli üye devlet liderleri tarafından eleştirilmiştir. 2000 yılında Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, tüm AB vatandaşları tarafından seçilecek olan güçlü bir başkan idaresinde, federal bir sistemin kaçınılmaz olduğundan bahsetmiştir. Almanya’nın, kendi ulusal güçlerinden vazgeçmek pahasına federal sistemi savunmasının altında, Almanya’nın Avrupa’ya bu yolla hâkim olma isteğinin olabileceği göz ardı edilmemelidir. Bugün federalizm kelimesinden bahsedilebilmesi için gereken ortam, avro krizi ile sağlanmıştır. AB’nin şu an içinde bulunduğu krizin temel sepeblerinden birkaçı, sorunlu bir parasal birlik içinde olmaları, gevşek mali disiplin ve en önemlisi geciken mali birliktir. Avro, siyasi bir karar olarak kalmış, ekonomik ve teknik bir karar olmamıştır. Büyük ülkelerin liderleri de siyasi kaygılarla hareket ettiğinden, adımlar hep oy getirisi düşüncesiyle atılmış, siyasi irade zayıf kalmıştır. AB’nin bir devlet olmamasına rağmen, devlet gibi hareket etmeye çalışması, bir çok sorun ile birlikte avro’nun da sorunlarındandır. Bugün bazı akademisyenler, mevcut kriz için “avro krizi” ya da “borç krizi” gibi kavramlar yerine “siyasi kriz” kavramını kullanmayı tercih ediyorlar, çünkü birçoklarına göre sorun tamamen politik. Dünyada, avro gibi, arkasında bir devlet olmadığı için anlamlı ekonomi politikaları olmayan bir para birimi bulunmuyor. Avro’nun başlangıcında, parasal birliğin, mantık süreci içinde mali birliğe ulaşması bekleniyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile iki Almanya’nın birleşmesi ve güçlü Almanya korkusu, o dönemde AB’nin hızlı kararlar almasını gerektirmiştir. Avro da bu hızlı kararlardan biri olmuştur. Ancak, Avrupa’yı gerçek anlamda birleşmiş bir ekonomik bölgeye dönüştürecek ortak siyasi kurumlar üzerinde bir temel anlaşma olmadan, avro projesi hayata geçirilmiştir. Ortak kurumların ve ortak hazinenin olmaması nedeniyle her ülke kendi ekonomik politikalarını izlemiş; örneğin Yunanistan harcarken Almanya tasarruf etmiştir. Bu kültürel uyumsuzluk, sadece sorunların oluşmasına değil, aynı zamanda oluşan sorunların çözülememesine de neden olmuştur. Almanya’nın önerdiği kemer sıkma tedbirleri, daha fakir, güney ülkeleri tarafından reddedilmektedir. Avro’ya geçilirken güney ülkelerinin de kuzeydekiler gibi hareket etmesi bekleniyordu. Fakat İtalyanlar, Almanlar gibi davranmadılar. Kuzey ülkeleri, güneydekilerin aşırı tüketimini sübvanse etti. Kültürel farklılıkların etkileri iyi hesap edilmedi. Farklı kültürler ile farklı sistemlerin aynı para birimi içinde yer alması, baştan beri sorunlu bir mesele idi. Avro’nun başarılı olabilmesi için ülkeler arasındaki ekonomik farklılıkların en aza indirilmesi ve tabi bu sırada kuralların esnetilmemesi gerekiyordu. Avro üyesi ülkeler mali kuralları uygulama konusunda başarısız oldu. Kuralların herkes için olduğu düşüncesi gerçeğe geçirilemedi. Üstelik kurallara uymayanlar için yaptırımlar uygulanması, örneğin yoldan çıkan bir ülkenin daha fazla fon almasına izin verilmemesi gerekirdi. Avro ile ilgili sıkıntının kontrolden çıkmasının sebebi, avro üyesi hükümetlerin, politikalarının diğer üye devletleri de etkilediğini düşünerek hareket etmemeleri olmuştur; çünkü avro üyeliği birlik ve dayanışma gerektirir. Birlik düşüncesi olmaması, aksine ulus-devlet ve milliyetçilik fikirlerinin bir hayli canlı olması sorunun hızlı bir şekilde büyümesine sebep olmuştur. Birbirleriyle rekabet ve çatışma halinde olan ülkelerin gayritabii bir şekilde tek çatı altında toplanmaya çalışılması, kültürel farklılıklar bir yana, kendi başına önemli bir sorundur. AB içinde kader birlikteliği düşüncesinin oluşması ve siyasi dayanışmanın uygulamaya geçirilmesi, birlik yönünde sağlıklı adımlar atılmasını sağlayabilir. Her ne kadar bazılarına göre sorun “davranışsal” olsa da, aslında sorunun “kurumsal” olduğunu söylemek daha doğru gibi görünüyor, birlik ve dayanışmanın uygulamaya geçirilmesi için bu yönde kurumsallaşmanın varlığı zorunludur. Avrupa’nın tarihine bakıldığında, radikal adımların ve büyük fedakarlıkların kriz, tehlike ve korku dönemlerinde atıldığı görülüyor. Örneğin Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, ilk ulus-üstü yapılanma, ilk federal uygulama olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından imzalanan anlaşma, savaşın hammaddelerinin kontrolünün bir üst otoriteye verilmesi yoluyla savaşı önlemek idi. Bu büyük adım, savaş korkusu ile atılmıştı. Maastricht Anlaşması ve tek para birimi, iki Almanya’nın birleşmesinin yarattığı korku nedeniyle gerçekleşmişti. Bugün, eğer “f ile başlayan kelime” daha sık ve rahat bir şekilde kullanılabiliyorsa, yine AB’nin içinde bulunduğu kriz dönemindendir. AB ülkelerinin siyasi ve mali birlik oluşturması, bir tür federalizme dönüşmesi söz konusu olabilir. Çünkü aksi takdirde avro’nun sona ermesi, arkasından tüm AB’nin dağılma olasılığı bulunmaktadır. AB üyesi ülkelerin çoğunluğunda, seçmenler böyle bir dönüşümü kabul etmek istemeyeceklerdir. Bu bilgiden yola çıkılarak, referandumlardan vazgeçilecek, daha önce olduğu gibi çeşitli ikna, rüşvet, zorlama ve baskı yöntemleriyle ülkelerin tamamının onay vermesi sağlanacaktır. Federalizme dönüşen bir sistemde opt-out uygulamalarına yer olmaz. Bu nedenle federal Avrupa senaryosunda İngiltere’nin AB’yi terk etmesi, İngiltere’ye başka ülkelerin de takip etmesi mümkün olabilecektir. Her ne kadar AB’nin içinde bulunduğu sorunların çözümü için federalizm benzeri bir yapılanma, veya en azından bir malî birlik kurulması gerekli görünmekteyse de, federalizm de kendi içinde zorluklar içerecektir. ABD benzeri bir federalizmden bahsedenlerin gözden kaçırdığı, ABD’de tek dil konuşulduğu, farklı kültürler bulunsa da siyasi ve ekonomik açıdan kültürel farklılıklar olmadığıdır. AB, birbirinden farklı geçmişlere, farklı kültürlere sahip olan çok sayıda bağımsız devletten oluşmaktadır. Bu kadar farklı yapıdaki ülkenin federal bir sistem içinde uyumlu ve sorunsuz – veya en azından az sorunlu – bir şekilde yönetilmesi kolay olmayacaktır. Daha da önemlisi, AB’nin federal bir yapıya geçmesi, ulusal egemenliklerin devredilmesi sürecine tepki doğurabilecek, bu ise AB’nin tamamen dağılma sürecini getirebilecektir.


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.