EKİM 2016’DA KARABAĞ DİPLOMASİSİ
Analiz No : 2016 / 7
03.11.2016
22 dk okuma

Geçtiğimiz Nisan ayında Karabağ’da yaşanan “4 Gün Savaşı”, yirmi yılı aşkın bir süredir süregiden ve fakat uzun süreden beri global siyaset gündeminin arka sıralarına itilmiş olan Karabağ sorununun yeniden tartışılmaya başlanması sonucunu doğurmuştur. Pek çok uluslararası uzman, 1994 yılında imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra Karabağ sorununu tanımlamak için kullanılan “donmuş ihtilaf” tabirini eleştirerek, söz konusu olan şeyin her an patlamaya hazır bir volkan olduğuna, bu volkandan fışkıracak lavların yalnızca Azerbaycan ve Ermenistan’ı değil, bölge ülkelerini ve global aktörleri de içine alabilecek çapta büyük bir yangını başlatabileceğine dair yorumlar yapmaya başlamıştır. Son süreçte özellikle batılı uzmanlar, Karabağ sorununu, son yıllarda daha da keskinleşen Batı ve Rusya arasındaki global güç mücadelesi çerçevesinde değerlendirmektedirler.

Sorununun taraflarından olan Ermenistan’da da Nisan ayından bu yana Karabağ meselesi kamusal alanda daha çok tartışılan bir mevzu haline gelmiştir. Dahası, bu mesele, Ermenistan’da siyasi ve toplumsal istikrarsızlığa neden olan bazı radikal girişimlerin neden ve/veya bahanesi de olabilmektedir.

Buna en çarpıcı örnek, geçtiğimiz Temmuz ayında Erivan’da yaşanan rehine krizidir. Ermenistan’da Kurucu Parlamento adlı radikal muhalif bir yapı ile ilişkili olan ve kendilerini aynı adlı bir Ermeni epiğine atıfla “Sasun’un Yiğitleri” diye adlandıran yirmi kişilik silahlı bir grup, Erivan’daki bir polis karakoluna baskın düzenlemiş ve buradaki polisleri iki hafta süreyle rehin tutmuştur. Bu eylem esnasında bir polis memuru eylemciler tarafından öldürülmüştür. Bu silahlı grup, eylemi Kurucu Parlamento’nun önderlerinden olan, Ermenistan’da Karabağ Savaşı’nın kahramanlarından biri olarak kabul edilen ve bir süreden beri tutuklu olan Jirair Sefilian’ın serbest bırakılması ve hükümetin istifa etmesi talebiyle gerçekleştirdiğini açıklamıştır.

Kuşkusuz bu eylemin gerçekleştirilmesine zemin hazırlayan siyasal ortamın olgunlaşmasında farklı etmenlerin rolü vardır. Ayrıca, yirmi beş yıllık Ermenistan Cumhuriyeti tarihine baktığımızda şiddettin hakim siyasal kültürün bir bileşeni olduğunu da görmek mümkündür. Bunların yanında, son olayla ilgili olarak dikkat çeken husus, eylemcilerin Ermenistan hükümetinin Karabağ konusunda vermeye hazırlandığını iddia ettikleri bazı tavizler (Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ın çevresinde işgal ettiği bölgelerin bir kısmından çekilmesi) ihtimalini öne sürerek toplumdan destek araması ve bu desteği bulmasıdır.

Ermenistan’da Karabağ konusu ile ilgili son yıllarda hiç olmadığı kadar endişeli bir hava mevcuttur. Bunun nedeni  “4 Gün Savaşı”nda alınan askeri yenilgi ve buna mukabil siyasi gelişmelerdir. Rusya’nın Nisan ayından bu yana geliştirdiği Ermenistan’a arka çıkmayan tavır Ermenistan’ın endişelerini artırmaktadır. Rusya ve Azerbaycan arasında son dönemde gelişen siyasi ilişkiler ve buna ek olarak Türkiye ve Rusya arasındaki siyasi yakınlaşma da kaygı yaratmaktadır. 

Bu siyasal ve toplumsal atmosferin bir sonucu ve göstergesi olarak son dönemde Ermenistan basınında Karabağ ile ilgili haber ve yorum yazılarında bir artış gözlemlenmektedir. Bu yayınlar incelendiğinde, Ermenistan’da bir çatışma ve hatta savaş beklentisinin hayli yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, 31 Ekim’de Ermenistan Parlamentosu Sözcü Vekili Eduard Shamazanov'un Ermeni halkının her an patlak verebilecek bir savaşa hazırlıklı olması gerektiğini söylemesi dikkat çekicidir.[1] Ermenistan’ın yeni savunma bakanı Vigen Sargsyan ise 29 Ekim günü yaptığı bir konuşmada Ermenistan’da "ordu-millet ideolojisi"nin hakim olması, “ordu kurmaktan, ordu-millet kurmaya geçilmesi” ve “ordunun, devlete yük olmaktan çıkarak devletin lokomotifi olması” gerektiğini ifade etmiştir.[2] Bu çerçevede, 21 Eylül’de Erivan’da düzenlenen Bağımsızlık Günü kutlamalarında Rus yapımı İskender füzelerinin sergilenmiş olması dikkatte değerdir.[3]

Bu arka planı göz önünde bulundurarak, bu yazıda Ekim ayı içinde gerçekleşen ve Karabağ sorunuyla ilgili gelişmelere değinilecektir.

 

10-14 Ekim - Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Sonbahar Dönem Toplantısı

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanı Petro Agramunt, 10-14 Ekim tarihlerinde Strazburg’da gerçekleştirilen AKPM Sonbahar Dönem Toplantısı’nın açılışında yaptığı konuşmada Karabağ sorununa da değinerek şunları ifade etmiştir:

47 üye ülkenin tümü arasında diyalog hedefi hiçbir şekilde ilkelerimize zarar vermemelidir. Değerlerimizi savunmayı sürdürmeli ve her türlü uluslararası hukuk ihlalini kınamalıyız. Ülkelerin toprak bütünlüklerinin korunması şarttır; bu tüm ülkeler için geçerlidir. Tehdit veya güç kullanımından da kaçınmak gerekir. Sınırlar tek taraflı olarak veya güç kullanımıyla değiştirilemez. Bu yüzden, Ukrayna’daki çatışma ve Kırım’ın hukuka aykırı ilhakı, Gürcistan, Moldova ve Azerbaycan’daki ihtilaflar kabul edilemez…[4]

Aynı toplantıda, 12 Ekim günü bir konuşma yapan Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’da Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve Karabağ sorununa değinerek şunları söylemiştir:

Karabağ sorununun çözümü ve Ermenistan’la ilişkilerimizin normalleşmesi için çok çaba sarf ettik. İsviçre’de bir anlaşma imzaladık, ancak ne yazık ki bir başarıya ulaşmadı. Minsk Grubu ve Rusya bazı yapıcı öneriler yaptı ve Ermenistan’ın Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarından, en azından 5 bölgeden çekilmesi gündemde. Eğer bu yönde adımlar atılırsa, Azerbaycan’ın destekleyeceği her türlü çözümü desteklemeye hazırız. Ermenistan’la ilişkilerimizi normalleştirmek istiyoruz. Eğer bu sorun çözülürse, Güney Kafkasya’da bu tehditle yaşamak zorunda kalmayız. Niye bu sorunu çözemeyelim? Minsk Grubu’nun bu konuda daha çok ve daha samimi çaba sarf etmesi gerekir. Bu çerçevede, diğer dondurulmuş ihtilafların da çözüme kavuşturulmalıdır.[5]

Agramunt’un Karabağ sorunuyla ilişkili olarak açıkça Azerbaycan’ın pozisyonunu destekleyen konuşması ve Çavuşoğlu’nun özellikle Rusya vurgusu ve, Rusya’nın da son dönemde ifade etmeye başladığı gibi, Karabağ’ın etrafındaki işgal edilmiş bölgelerin Azerbaycan’a geri verilmesine dair ifadesi Ermeni delegelerin teamüllerin dışında tepkiler vermelerine neden olmuştur. Ermeni delegelerden Naira Zohrabyan, toplantı esnasında, zabıtlara da yansıdığı gibi, Azerbaycanlı delegelerden Gulnara Paşayeva’ya “yalancı” demiş, diğer bir Azerbaycanlı delegenin ise “bir psikiyatristi görmesi gerektiğini” söyleyerek diplomatik nezaket sınırlarını ziyadesiyle aşmıştır.[6] Bunlarla yetinmeyen Zohrabyan, AKPM Başkanı Petro Agramunt’u da Azerbaycan’dan rüşvet almakla itham etmiştir.[7] Ermeni delegasyonunun bu tavrı karşısında Agramunt, iki Ermeni delegenin mikrofonlarını kapatarak konuşmalarını engellemiştir. Yaşanan bu gerginlik Ermeni basınında tartışmalara neden olmuştur.  

Çavuşoğlu’nun yukarıda alıntılanan konuşmasına cevaben, Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcı Shavarsh Koçaryan, Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmesini istiyorsa ilk olarak 2009 Zürih Protokollerini onaylaması gerektiğini açıklamıştır. Ne var ki, Koçaryan bunları söylerken, bu protokollerin Ermenistan Cumhurbaşklanı Serzh Sargsyan tarafından Şubat 2015’de Ermenistan Meclisi’nden çekildiği gerçeğine değinmemiştir.[8]   

 

14 Ekim – Erivan’daki Kolektif Güvenlik anlaşması Örgütü Toplantısı ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Açıklamaları[9]

Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan’ın üyesi olduğu, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün  (KGAÖ) son Kolektif Güvenlik Konseyi toplantısı 14 Ekim 2016 tarihinde Ermenistan’ın başkenti Erivan’da gerçekleştirilmiştir.

Bu toplantıya KGAÖ’nün önemli üyelerinden olan Kazakistan’ın devlet başkanı Nursultan Nazarbayev sağlık sorunlarını öne sürerek katılmamış, ancak bu pek çok kişi tarafından diplomatik bir tavır olarak algılanmıştır. Bu tavrın altında yatan nedenin Kazakistan’ın, Ermenistan’a karşı Azerbaycan yanlısı tutumu olduğu düşünülmektedir. Bunun yanında, KGAÖ prosedürleri gereği Erivan’daki toplantıda KGAÖ’nün Genel Sekreterliği’nin Ermenistan’a geçmesi beklenirken, bu gerçekleşmemiş ve halihazırdaki Genel Sekreter Nikolay Bordhuzya’nın görevi uzatılmıştır. Beklenenin aksine, Erivan’daki toplantıda KGAÖ Karabağ’la ilgili bir açıklama yapmamış, Ermenistan’ı destekler bir tutum sergilememiştir.

KGAÖ toplantısı için Erivan’da bulunan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, yaptığı “Türkiye Karabağ sorunun çözümünde olumlu rol oynayabilir” şeklindki açıklama ise Ermenistan’da soğuk duş etkisi yaratmıştır. Sonuç olarak, Erivan’daki KGAÖ Kolektif Güvenlik Konseyi toplantısı Ermenistan için bir hayal kırıklığı olmuştur.

 

20-26 Ekim - Avrupa Birliği’nin Güney Kafkasya ve Gürcistan’daki Krizi için Özel Temsilcisi Herbert Salber’in Güney Kafkasya Ziyareti

AKPM Sonbahar Dönem Toplantısı ve KGAÖ Kolektif Güvenlik Konseyi toplantılarından yaklaşık bir hafta sonra, AB Güney Kafkasya ve Gürcistan’daki Krizi için Özel Temsilcisi Herbert Salber, Ermenistan, Karabağ ve Azerbaycan’a olağan bir ziyarette bulunmuştur. Salber, bu ziyareti kapsamında Azerbaycan’ın Barda kentinde Karabağ savaşı nedeniyle yerinden edilmiş (IDP) Azerbaycanlıları da ziyaret etmiştir.[10] 

Karabağ sorunun bir bileşeni de savaş nedeniyle yerinden edilmiş kişilerin savaş öncesinde yaşadıkları yerlere geri dönmeleri meselesidir. Bugüne kadar konuyla ilgili kaleme alınan uluslararası belgelerin hepsinde geri dönüş konusuna değinilmektedir. Ne var ki, Azerbaycan bu konuyu sürekli gündeme getirmeye gayret gösterirken, Ermenistan yerinden edilmiş kişiler konusunu mümkün olduğunca gündemden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, Herbert Salber’in Barda’ya ziyareti dikkat çekicidir.  

 

23-25 Ekim - Minsk Grubu Eş-başkanlarının Güney Kafkasya Ziyareti

23-25 Ekim 2016 tarihlerin Minsk Grubu’nun ABD’li, Fransız ve Rus eş-başkanları ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Başkanı Özel Temsilcisi, Baku, Erivan ve Stepanekert’e “4 Gün Savaşı” sonrasındaki durumu ve tarafların barış görüşmelerine dair pozisyonlarını incelemek için bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Erivan’daki temasları sırasında Minsk Grubu’nun ABD’li eş-başkanı James Warlick, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in birkaç gün önce Rus RIA Novosti televizyonuna verdiği mülakata atıfla Aliyev’in Karabağ sorununun çözümüne dair olumlu bir tutum içinde olduğunu ifade etmiştir.

Aliyev, Rus RIA Novosti televizyonuna verdiği bu mülakatta Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’da bağımsız bir devletin kurulmasını hiç bir zaman kabul etmeyeceğini, ancak bir yerel öz-yönetim kurulması konusunda tavizler verilebileceğini, burada özerk bir cumhuriyetin kurulabileceğini ifade etmiştir. Kısacası, Aliyev, Azerbaycan içinde özerk bir Ermeni cumhuriyetinin kurulması şeklinde bir çözüm önerisi getirmiştir.[11] Bu açıklamaya karşılık olarak Warlick, Erivan’da şunları söylemiştir:

Tarafların konumları aynı olmayabilir, ancak bu sorunlar Ermenistan, Azerbaycan ve Karabağ toplumunun önüne konmalıdır. Bakü’de söyledim, şimdi de söyleyeceğim. Aliyev’in açıklamalarını olumlu karşılıyoruz; son söz olduğu için değil, konuyu tartışmaya açtığı için.[12]

Buna ek olarak Warlick, Karabağ sorunun çözümünün Helsinki Nihai Senedi prensipleri çerçevesinde kendi kaderini tayin hakkı, toprak bütünlüğü ve sorunların güç kullanmadan çözümü ilkeleri doğrultusunda bulunması gerektiğini de ifade etmiştir.[13] Warlick’in bir açılım olarak algılayarak onayladığı Aliyev’in ifadeleri, Ermeni tarafında ise genel olarak tepkiyle karşılanmıştır.

Minsk Grubu’nun ziyareti esnasında Ermeni yetkililer Azerbaycan ve Ermenistan arasında güven artırıcı tedbirlerin artırılması ve bu çerçevede Aliyev ve Sargsyan’ın Mayıs ve Haziran aylarında Viyana ve St. Petersburg’da gerçekleştirilen görüşmelerde alınan kararların uygulamaya konması konusuna vurgu yaptıkları görülmektedir. Ermenistan, Minsk Grubu’da bu iki görüşmede alınan kararların uygulamaya konması konusundaki isteklerini bildirmiştir.[14]

Hatırlanacağı gibi, Viyana ve St. Petersburg görüşmeleri sonrasında Minsk Grubu’nun resmi sitesinde yayınlanan açıklamalara göre, bu toplantılarda cephe hattındaki çatışmaları önlemek amacıyla daha fazla gözlemcinin bu bölgeye yerleştirilmesi ve kayıp kişilerin bulunması için çalışmaların başlatılması ve taraflar arasında görüşmelere yeniden başlanması karara bağlanmıştı.[15]

 

22, 24, 31 Ekim – Azerbaycan ile Venezuela, Hırvatistan ve Brezilya Arasında İkili Görüşmeler

Ekim ayında Bakü, Venezuela (22 Ekim) ve Hırvatistan (24 Ekim) cumhurbaşkanlarını ve Brezilya (31 Ekim) Temsilciler Başkanı’nı ağırlamıştır. Azerbaycan basınında çıkan haberlere göre, farklı konular hakkında gerçekleştirilen ikili görüşmelerde Karabağ sorunu da gündeme gelmiş ve her üç konuk da Karabağ sorununun toprak bütünlüğü ilkesi ihlal edilmeden çözülmesi gerektiğine dair görüşlerini ifade etmişlerdir.[16]

 

Değerlendirme

Son aylarda yaşanan gelişmeler göstermektedir ki, Nisan ayında yaşanan “4 Gün Savaşı”nın sadece askeri değil aynı zamanda siyasi sonuçları da söz konusudur.[17] Bu savaşta Azerbaycan stratejik öneme sahip bazı noktaları ele geçirmiştir. Hem Azerbaycan hem de Ermenistan tarafında insan ve teçhizat kayıpları yaşanmıştır, ancak bu kayıpların Ermenistan açısından çok daha ciddi olduğunu gösteren veriler mevcuttur. Bunların yanında, 1994’den bu yana belki de ilk kez Ermeni tarafı psikolojik üstünlüğünü kaybetmiştir. Bir başka deyişle, Ermeni tarafının kendine olan yüksek güveni yara almış, Azerbaycan’ın güveni ise yükselmiştir.  Siyasi açıdan ise, “4 Gün Savaşı” yıllardan beri donmuş ihtilaf olarak tanımlanarak global aktörler tarafından ötelenen Karabağ sorununun aslında her an patlayabilecek bir saatli bomba olduğunu bütün dünyaya hatırlatmıştır. Bu anlamıyla, “4 Gün Savaşı”nın siyasi galibi Azerbaycan’dır.

Nisan ayı sonrasında gelişen bağlamın, Ermenistan’ın bir takım öngörülemez ve tehlikeli girişimlerde bulunmasına sebebiyet verebileceği de göz ardı edilmemelidir. Temmuz ayında Erivan’da yaşanan rehine krizinin de gösterdiği gibi, Karabağ meselesi Ermenistan’da çok hassas bir meseledir. Son dönemde Türkiye, Azerbaycan ve Rusya arasında yaşanan ikili ve üçlü yakınlaşma Ermenistan’da çok ciddi bir korkuya neden olmaktadır. Bu haliyle farklı aktörlerin manipülasyon ve araçsallaştırma girişimlerine açıktır.

Karabağ sorunun çözümüne en çok yaklaşıldığı dönemeçler Minsk Grubunun “adım-adım çözüm” önerisini masaya getirdiği 1997 yılı ve Haydar Aliyev ve Robert Koçaryan’ın üzerinde büyük ölçüde anlaşmaya vardıkları “toprak değişimi planı”nın konuşulduğu 1999 yılıdır. Ne var ki, 1997’de dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’a karşı bir darbe gerçekleşmiş ve Ter-Petrosyan iktidardan ayrılmak zorunda kalmıştır. 1999 yılında ise Ermenistan’da silahlı kişiler parlamentoyu basarak aralarında Başbakan ve Parlamento Sözcüsü’nün de bulunduğu sekiz meclis üyesini öldürmüştür. Yirmi civarında silahlı militanın Erivan’daki bir polis karakolunu basarak iki hafta süren bir rehine eylemi gerçekleştirebildiği günümüz Ermenistan’ında da Karabağ sorunun karşılıklı tavizler çerçevesinde çözümü gündeme geldiğinde, bunu baltalayacak benzer olayların yaşanması olasılık dahilindedir.  

Pek çok uzman ve Minsk Grubu gibi uluslararası örgüt, Karabağ sorununun çözümü için her iki tarafında taviz vermeye hazır olması gerektiğini ve fakat Azerbaycan ve Ermenistan’daki elitin bunun tam aksine toplumlarına taviz vermeden mutlak zafere ulaşılabileceği fikrini aşıladığını, bunun sorunun çözümü noktasında ciddi bir engel olduğunu sıkça ifade etmektedir. Ermenistan üst düzey devlet yetkililerinin ağzından daha sık duyulmaya başlanan savaşa hazır olma, ordu-millet yaratma gibi militarist ve Ermeni toplumunu kışkırtıcı söylemler bu açıdan değerlendirildiğinde, bu tip söylemlerin nasıl bir sorun teşkil ettiği açıkça görülecektir. Kuşkusuz Azerbaycan’da da Karabağ sorununa dair Ermenistan’dakine benzer radikal bir söylem hakimdir. Bunun yanında, Aliyev’in bahsi geçen açıklamaları belli ölçülerde karşılıklı taviz ve uzlaşı fikrini ihtiva etmektedir. Bu tür bir söylemin Azerbaycan toplumu üzerinde uzlaşı fikrini güçlendirecek psikolojik ve pedagojik etkileri olabilecektir.

Minsk Grubu eş-başkanlarından James Warlick’in Aliyev’in “Azerbaycan içinde özerk bir cumhuriyet” fikri çerçevesinde sarf ettiği sözlere dair yaklaşımı önemli ve doğru bir yaklaşımdır. Buradaki esas mesele, tarafların söz konusu fikir hakkında hemen uzlaşması değil, en azından yirmi yılı aşkın süredir devam eden sorunun çözülmesine dair karşılıklı tavizlerin verilmesi yoluyla bir uzlaşıya varılması temelinde bir fikrin ifade edilmiş olmasıdır. Ne var ki, Ermenistan bu adım karşısında yine farklı da olsa karşılıklı tavizleri öngören bir yaklaşım ortaya koymak yerine, yıllardan beri sorunun çözülememesine neden olan maksimalist bir yaklaşımla “ya bağımsızlık ya hiç” tavrını devam ettirmektedir. Bu tavır, sorunun er ya da geç yaşanacak bir savaşla çözülmesinden başka bir sonuç getirmeyecektir.    

Şu söylenmelidir ki, yukarıda belirtildiği üzere, Aliyev’in ifade ettiği “Azerbaycan içinde özerk bir cumhuriyet” fikri, en azından tartışılabilecek mahiyette bir fikirdir ve tartışılmalıdır. Ayrıca, “Azerbaycan içinde özerk bir cumhuriyet” fikri, kendi kaderini tayin hakkı, toprak bütünlüğü ve sorunların güç kullanılmadan çözümü ilkelerini içeren Helsinki Nihai Senedi prensiplerine en uygun çözüm olarak gözükmektedir. Bunun dışındaki alternatifler illaki bu üç ilkeden en az birini dışlayan çözümlerdir. 

Bu aşamada Azerbaycan’ın, “Azerbaycan içinde özerk bir cumhuriyet” fikrinin sağlıklı bir biçimde nasıl hayata geçirilebileceğine dair çalışmalar yapması, teknik ayrıntıları da içeren detaylı modeller geliştirmesi, bununla ilgili toplumsal projeler geliştirip bunları uluslararası toplum ve Ermeni kamuoyuyla paylaşması akıllıca olacaktır.

Ermenistan’ın bugünkü somut stratejisi, Nisan ayı sonrasında gerilen ortamı yatıştırmak, silahlı çatışma ihtimalini ortadan kaldırmak, böylece sorunu unutturmak ve var olan statükonun devamını sağlamak doğrultusundadır. Ermenistan’ın Viyana ve St. Petersburg’daki görüşmelerde alınan kararların, ki bu kararlar cephe hattındaki ateşkes ihlallerini önlemek üzere bölgeye daha çok gözlemci gönderilmesinden öte bir içeriğe sahip değildir, uygulamaya geçirilmesi ısrarı tam da bu yüzdendir. Ne var ki, ateşkesin devam ettirilmesine odaklanan bir yaklaşım bu aşamada sorunun çözümüne hiçbir şekilde katkı sağlamayacağı gibi, sorunun daha da derinleşmesine hizmet edecektir. Bununla alakalı olarak, yıllar geçtikçe yalnızca Dağlık Karabağ’ın değil, ihtilafın ilk yıllarında Ermenistan tarafından bir pazarlık unsuru olarak görülen Dağlık Karabağ etrafındaki işgal edilmiş bölgelerin de “özgürleştirilmiş topraklar” olarak anılmaya başlandığı ve bu bölgelerdeki işgali kalıcılaştırmak için buralarda da yerleşim politikaları yürütülmesine dair fikirlerin dillendirildiğini hatırlamakta fayda vardır.[18]

Bununla ilgili olarak, Minsk Grubu’nun 2000’li yıllarında ortalarından beri sürdürdüğü ve sorunun çözümüne değil de çatışmasızlık durumunun sürdürülmesine odaklanan çizgi de eleştiriyi ziyadesiyle hak etmektedir. Kuşkusuz, uzun yıllar boyunca yürütülen barış görüşmelerinde bir sonuca varılamaması Minsk Grubu’nun böyle bir çizgiye gelmesinin nedenlerinden biridir. Bu, yine de, Minsk Grubu’nun çözüm üretmek konusundaki yetersizliği için bir bahane olmamalıdır. Şayet, hali hazırdaki Minsk Grubu eş-başkanları sorunun kalıcı çözümü için adımlar atamıyorsa yapılması gereken şey Minsk Grubu’nun, eş-başkanlarının ve genel işleyişinin revize edilmesi olmalıdır. Her ne kadar, “siyasi doğruluk” (political correctness) sınırlarını zorlar gibi gözükse de gerçekçi bir analiz, süregiden statükonun devamına yönelik her adım ve tutumun, aslında savaş olasılığını daha da artıran bir etken olduğunu tespit etmek durumundadır.

 


[2] http://armenpress.am/eng/news/864687/nation-army-ideology-to-be-the-fundament-of-defense-system-%E2%80%93-armenian-mod.html; http://en.aravot.am/2016/10/06/181920/

[3] Ermenistan’daki İskender füzeleriyle ilgili bir yorum için bkz.

 http://avim.org.tr/tr/Yorum/RUSVET-MI-YENI-BIR-SORUN-MU-ERMENISTAN-IN-YENI-ISKENDER-FUZELERI

[4] Bu konuşmanın tam metni için bkz.

 http://assembly.coe.int/Documents/Records/2016/E/1610101130E.htm

[5] Bu konuşmanın tam metni için bkz.

http://assembly.coe.int/Documents/Records/2016/E/1610121000E.htm

[7]  İlgili zabıtlar için bkz. http://assembly.coe.int/Documents/Records/2016/E/1610141000E.htm

[8] Serzh Sargsyan’ın Protokolleri Ermenistan Meclisi’nden çekmesine dair resmi açıklama için bkz. http://www.president.am/en/press-release/item/2015/02/16/President-Serzh-Sargsyan-National-Assembly/

[9] Bu toplantıyla ilgili bir yorum için bkz. http://avim.org.tr/tr/Yorum/ERIVAN-DAKI-KOLEKTIF-GUVENLIK-ANLASMASI-ORGUTU-TOPLANTISI

[10] http://commonspace.eu/index.php?m=23&news_id=3987

[11] http://www.panarmenian.net/eng/news/224016/

[12] İbid.

[13] İbid.

[14] http://www.osce.org/mg/277091

[15] Bkz. http://www.osce.org/mg/240316; http://www.osce.org/cio/248281

[17] “4 Gün Savaşı”nın detayli bir tahlili için bkz, Tuncel, Turgut Kerem (2016), Rapor: Güney Kafkasya’da 2-5 Nisan 2016’da Yaşanan 4 Gün Savaşı. Ermeni Çalışmaları (53), 301-338.

[18] Bununla ilgili son günlerde Ermeni basınında çıkan bir haber için bkz. http://en.aravot.am/2016/10/31/183000/


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten